30 Mart 2012 Cuma

Yorum Yazıları (Sırrı Saklamak)

Denizin kenarındaydı. Bir bankta. Elindeki kesici bir aletle bir şeyler kazıdı iki bacağının arasındaki açıklığa. Görünmesin diye örttü üzerini sağ baldırıyla. Paça boylarından çekmiş pantolonunun azizliği; bir rüzgar girdi oradan içeri. İrkildi. Çevresine bakındı. Kimseler yoktu. Deniz lacivert ve korkunçtu. Saatine baktı. Vakti değildi.
Bir kedi çimlerin arasına sindi. Rüzgarla hareketlenen ayakkabı bağcıklarını gözüne kestirmişti. Kuyruğunu av nizamında salladı. Çevik bir hareketle fırladı yerinden. Bir pençe darbesiyle yaraladı yılların yadigarını. Ve tekrar geldiği yöne kaçtı. 
Açıktan bir tanker geçti. Dalgaları sahile vardı. Tekneler dans ettiler. Sonra köpükten bir duvar örttü tüm manzarayı. Kedi sesten ürküp bir adım daha geri sıçradı. Gülümsedi çocuk. Saatine baktı. Vakti değildi.
Bir ayyaş elinde şişesi ile salına salına geldi. Bir şeyler söyledi özel bir lisanda eskilerden bildiği. Çıkartıp cebinden parayı gösterdi. Sonra da şişeyi. Ayyaş söylenerek uzattı. Aldı bir yudum çekti. Parayı sarıp gövdesine adama geri verdi. Ayyaş yere eğilerek selamladı onu. sonra da yoluna gitti. Saatine baktı. Vakti değildi.
Bir yıldız kaydı gökyüzünde. Dileyecek bir şey bulamadı. Her şeye sahipti. Henüz uzaklaşmamış olan ayyaşa seslendi. "Yıldız kaydı" Ayyaş dönüp baktı. Sonra gökyüzüne çevirdi kafayı. "İyi ki bana kaymadı" dedi. 
"Bir o eksikti!" sonra da kahkahayı bastı. Adamda güldü. Sonra bir dilek geldi aklına. Diledi. Ardından saatine baktı. Vakti değildi.
Bir kadın gelip oturdu yanına. Gülümsedi. Adam, karşılık verdi kıza. Sonra hemen kafasını denize çevirdi. Kız bir sigara yaktı. Sonra adama uzattı. Adam markasına bakıp bir tane aldı. Kız çakmağıyla yaktı adamın sigarasını. "Bana bir yemek borcunuz var" dedi. Adam cebinden bir gofret çıkartıp kıza uzattı. "Ödeştik" dedi.
Kız gofreti aldı. Sonra gökyüzüne baktı. Bir yıldız kaydı. "Bir yıldız kaydı" dedi kız. "Az evvelde kaymıştı" dedi adam. Dilek tutup tutmadığını sordu kız. "Tuttum ama kabul olmadı sanırım" dedi adam. "Ne dilemiştiniz ki?" diye sordu kız şaşkınlıkla. "Bir daha kaymamasını" dedi adam. Kız sigarası bitince, kalkıp gitti. Adam saate baktı. Vakti gelmemişti.
Bir görevli yerleri süpürerek geldi. Adam izmaritini yere attı. Çöpçü onu faraşına iterken süpürgesi ile, söylendi içinden. Sanki işi bu değilmiş gibi... 
Bir süre daha toplayıp yerdeki çöpleri, denizin kenarına gidip, döktü. Deniz kabarıp yuttu hepsini. Sanki işi buymuş gibi... Adam saatine baktı. Vakti gelmemişti.
Bir postacı geldi yanına. Şaşkın şaşkın bakıp suratına. "Buradasınız" dedi. "Evet" dedi adam. "Getirdin mi?" Kimlik istedi postacı. Çıkartıp verdi. Zarfı aldı. Açmadan denizi izledi. Postacı bekliyordu. "Gidebilirsiniz" dedi. "Kalmak isterim" dedi postacı. "Yıllardır merak içindeyim."
"Siktir git!" dedi adam. "Hem zaten açmayacağım" Postacı bozuldu ve gitti. Adam saatine baktı. Tam vaktiydi. Kalktı. Denizin kenarına gidip mektubu suya bıraktı. Bir süre yüzüşünü izledi. Sonra dibe batışını. Rahatladı...



Murat IŞIK

Yorum Yazıları (Özlü Saçmalama Malzemesi)

Rulette sıfıra yatırmıştı kadının biri tüm parasını. Donuna kadar alacaklardı az kalsın. Sonra götünü verdi de birine; kıyafetlerini kurtardı. Üstelik para da koydular cebine. "Orospu olacaksan bedavaya gitme" diye not aldım ben de defterime.


Murat IŞIK

Yorum Yazıları (Teşhis)

Burnumun üzerine düştü bir damla yağmur. Ulu orta kuş sıçmış gibi sanki kafama! Sinirlendim. Ani bir hareketle yüzümde dolaştırdım ellerimi sertçe. Yetmedi saçımı çektim.
Bir zırva klasik müzik çalıyordu dükkanın birinde. Sevgililer ele ele yürürken, birbirlerinin gözlerine bakıyordu şapşalca. Çok ta anlarlarmış gibi, ağızlarıyla, melodiyi söyler gibi yaptılar. Riyakar şerefsizler! Üstelik notalara bile sadık değildiler... Bu salak halleri hoşuna gidip güldüler bir de üzerine.
O köpek bile havladı akortsuz seslerinin rezilliğine. Şapşal kedi, üstüne alınıp zıpladı.
Bir kaç damla daha vurdu beni. "Tükürme ulan!" diye bağırdım başımı kaldırıp gökyüzüne. Bazıları, yukarıdaki apartmanların camlarında, birilerini aradılar gözleriyle. Bulamayınca da bana deliymişim gibi baktılar.  
Kendimi bir karanlığa attım sakınmak için. İçeride kesif bir tütün kokusu vardı. Soludum. Bir tane de ben yaktım. Sikmişim yasağını! Bir şişe de şarap söyledim. Barmen açtı. Tam koyacakken kadehe, "kalsın" dedim. Şişeyi alıp kafama diktim. Kınarmış gibi baktı yüzüme. Sanki Fransızdı ibne!
Acilen eve dönmeli. Birini öldürmeden... Bu görgüsüz naiflikten uzağa. Bu sahte gülüşlerden. Bu sonradan görme kültürsüzlükten uzağa!
Çıktım dışarı. Kızla çocuk hala aşk oyunu oynuyorlardı. Bir sevişmelik tevazularını sonuna kadar sergileyerek.
Yanlarından geçerken, cüzdanımdan çıkardığım bir prezervatifi yere attım. Kazayla düşmüş gibi... Çocuk "beyefendi" diye seslendi. Üstüme alınmadım. Dönüp bakmadım bile. Az ilerde durdum. Çaktırmadan kestim herifi. Yere eğilip aldı ve cebine attı emaneti. Sonra dönüp kadına, gülümsedi. İçinde uyanan başka bir duygunun vahşi cazibesi sinmişti dudaklarına. Bense yanılmadığıma sevindim....


Murat IŞIK

Yorum Yazıları (Yunan Tanrıları)

Yunan tanrıları seviştiler. Şu iri aleti olanla, her boka karşı olan, yılan başlı fahişe eşleşti. Tanrının hiçbir çocuğu bu ikisinden doğacak olan kadar, orospu çocuğu olmamıştır.
Kadehim düştü az evvel kırıldı. Mındar oldu kırmızılar ahşap zeminin derz boşluklarında. Sövdüğüm hangi tanrının işidir bu acaba? Bir işaret gönderse de kimi becereceğimizi bilsek; hizmetçi kostümü giydirip, içine sıçtığı zevkimizi temizletirken...


Murat IŞIK

Yorum Yazıları (İçimizdeki Çocuk Zaafımızdır)

Benimkini bir kuytuda öldüreli çok zaman oluyor. Daha doğmadan çöktüm kusurlu genlerinin üzerine... En çok ta sıkıp tek hücreli boğazını; çekip almış olmayı seviyorum nefesinden; kusurlanmamış özümü.
Bazıları benim gibi katil doğarlar. İçlerindeki orospu çocuklarından; zayıflıklarından kurtulur gibi, kurtulurlar. Erkenden...
Bazıları sonradan kıskanç olur ve cinayetlerini işlerler. Ama geç kalmışlıklarından dolayı, olgunlaşmış acıları; içlerinde saklı kalır. Bir zayıflık gibi...
Bazıları ise sadece kıskançlardır da, cinayetleri Tanrıya havale ederler. Onlar sikilmeye mahkumlardır hayat boyu, içlerindeki çocuklarca; dışa açılan tüm deliklerinden...


Murat IŞIK

Yorum Yazıları (Yara)

Yaralarımı açık bırakırım ben. Alenen görünür bir yerdeki yarayı üstelik. Zayıflıklarım kolay bir yem gibi ortalığa saçılmış olmalı. Bir kana susamış, fazla kurgulamadan saldırsın diye...
Isırsın, mikroplasın aynı yaranın üzerinden defalarca. Evvelce geçirdiğim hastalıklara bağışıklığım olduğunu bilmeyerek. Zafere koşarken düşsün tuzağıma. Sonra elbet, kolayca verilir hükmü.


Murat IŞIK

Yorum Yazıları (Körü Körüne)

Gözlerimi açmışım şaşkınmış gibi, kendi sikilmiş halimi izliyorum aynada güya; numaradan!
Kadın bakıp halime, beni becermişliğinden haz alsın da; savaşı kazanmış bir komutan gururuyla, burnu havada; gitsin diye bekliyorum. 
Gitmiyor!
Bu kadar kolay olamazdı zaten. Hep fazlasını istiyor bu orospular...
Şimdi bir sokakta elimde şarap, saçım sakalım birbirine girmiş, ağzımdan salyalar akarak yatıyor olsam; bir de tekme atsa yüzümün tam ortasına, kana bulansam, üstüne bir de tükürse, gene de alamayacakmış gibi hıncını eski kayıplarının.
Ya da yavaşça öldürse, işkence etse, çığlıklarım doldursa kafa tasındaki tüm boşluğu, gene de ona yetmeyecek biliyorum. Birden fazla olmamı dileyecek...
Önce, Tanrının cehennemi gibi bir cehennemde yanmam için dua edecek, sonra; bu zevki tanrıya bırakmanın onu kesemeyeceğine kanaat getirip, beni kedisi öldürüp öldürüp diriltecek. Her seferinde daha acılı bir yöntem seçecek. 
Ya da ben, o kadar düşeceğim, o kadar basitleşeceğim ki; intikamı değersizleşip, benden vazgeçecek. 
Bunu seçiyorum. 
Kalkıp ayaklarına kapanıyorum hemen. "Gitme" diyorum. "Sensiz yaşayamam" Ağlıyorum. Gitmesinin tek yolu bu yenilmişlik biliyorum. Kabulleniyorum tüm onursuzluğu...


Tanrının laneti! O bile işe yaramıyor. Aptal orospunun bana inanacağı tutuyor bu seferde...


Murat IŞIK

Yorum Yazıları (Öldürmek İçin Yazmak)

Eski püskü, kahverengi deri koltuğunda, çıplak oturan bir kadın yazdım önce. Bacaklarını aralamış kendine dokunuyordu. Az sonra suratına yerleştireceği o hazzı bekledim canını almak için. Nefes alıp vermeleri hızlandı. Tam o anda sıktım boğazını ellerime. Gözlerinden yaşlar boşaldı. Siyah makyajları aktı bedenine. Hazzın kıyısındayken aldım canını. Orgazm olmadan hemen önce...
Sonra oturup ölü bedenini izledim bir süre. Saatimi kontrol ettim. Sonra da, üstünü örtmeden çekip gittim. Onu bu halde bulup, becerecek, bir ölü seviciyle çoktan anlaşmıştım üstelik...


Murat IŞIK

29 Mart 2012 Perşembe

Yorum Yazıları (Tanrının Şarabı)

Birazdan o orospu çocuğunu astıkları yerden indirip, yerine beni asacaklar. "Bu benim kanımdır. İçin" mi demişti son yemekte? O halde ben de bir yemek vermeliyim. Kıçımdan salladığım bir cümleyi tanrısalmış gibi söylemeliyim. Ölmek matah bir bok gibi görünüyor şimdi gözüme. Zira Tanrı sözünün eri ise; en iyi şaraplar orada üretilecekmiş...


Murat IŞIK

Yorum Yazıları (Körün Arzusu)

Beni buldu dokunarak o karanlığın içinde.
Cesetlerin arasından çıkartıp kokladı.
Ellerini yüzümde dolaştırdı.
"Yüzünü gördüm" dedi.
Bir bok görememişti oysa.
Kör bir orospuydu...
"Sen yaşıyorsun, biliyorum" dedi.

"Yüzünü görüyorum artık. Nefesini duyuyorum"
Ve burun deliklerime soktu parmaklarını.
Tutup çevirdim kolunu,
Üstündekileri yırttım;
Orada becerdik birbirimizi ayak üstü.
Gözleri olmamı isteyecekti biliyorum eğer kalsaydım...

Kendime bakmaktan o kadar iğreniyordum ki, o soramadan;
Ben,
Ölülerin arasında ki yerimi aldım.
Kokularını çektim üzerime yorgan gibi ve saklandım.

Murat IŞIK

Yorum Yazıları (Kesin Çözüm)

Sonumuz bu gece gelsin istemiyorum. Birazdan uyuyup ta seni öldürmek var bir kabusta. Üstelik pişman. Üstelik ağlayarak. Bir rüyada olduğunu bilmeden...
Renkli boyalarımı diziyorum su tabancama. Mantıklı da geliyor bu bana. Siyahın tonları muhtemelen karavana olacak. Olsun. İyi hedef alırsam seni üçüncü atışımda vururum. O kurşun kırmızıdır mutlak... Hem ölsen de, kaçırsam da; şehri boyamanda katkım olacak.
Bir tane de kediye sakladım. İğrenç, bir fıstık içi mermi. Bir tane arabanın camına; deniz mavisinden. Sonuncu da kendime. Beceremezsem diye zaman ayarlı, kesin öldürsün diye de, oje pembesinden.


Murat IŞIK

Yorum Yazıları (Kabullenmek)

"Sen Tanrı mısın" diye sordu kadın. Hayran bakan gözlerinde yaş vardı. "Hayır" dedi çocuk. "Sen melek misin" dedi kadın. "Hayır" dedi çocuk. "Hayal misin" diye sordu kadın. "Hayır" dedi çocuk. "Ama parlıyorsun!" dedi kadın. "Hayır" dedi çocuk. "Sen, aşıksın hala ve ağlıyorsun" Gözlerini sildi kadın. Çocuk yok oldu.


Murat IŞIK

Yorum Yazıları (Şehir)

Şehrimde değilim bu gece.
Her yer uzak,
Her yer ayrılık.
Bu akşam, hiçbir satırım boğaz kokmayacak yazık...
Şehrimde değilim bu gece.

Her yer kargaşa,
Her yer kalabalık.
Bu akşam, mümkün olmayacak yalnızlık.
Yola çıkmayı en çok yazın sevdim ben.

Asfaltlar sıcak ve ayaklarım çıplakken.
Birine gitmek değil de; birinden geçmek zamanı olduğunda.
Gelenleri beklerken terse yürümeyi sevdim,
Onlardan daha hızlı adımlarla... 
Şehrimde değilim bu gece.

Üstelik şarapsız.
Üstelik nedensiz.
Üstelik,
Saydığım hiçbir koşula uymayarak...


Murat IŞIK

28 Mart 2012 Çarşamba

Yorum Yazıları (Tanrının Sırrı)

O kadını, bir sahilde; kendi cinayetinin kıyısındayken tanıdım ben. Onu bile beceremeyen yüreksiz bir orospuydu. Yaklaşıp ittim iyilik olsun diye. O ise sımsıkı tutundu yaşama. Üstelik sarhoşluğu bile sahteydi. Nasıl da ayıldı, akşamın serin sularında... Şimdi o kadın bir tanrıya dönüşecek sanıyorsan, kötü bir haberim var!
Ondan vücut bulacak tanrının diğerlerinden bir farkı olmayacak. Diğerleri gibi yüreksiz olacak. Bir kiralık tutup işlerini ona yaptırtacak. Ben de bir ıssızda kıstırıp onun bu kara köpeğini, elindeki orağı göt deliğine dayayıp; bülbül gibi öttüreceğim. Delil sayılacak kaydettiklerim. İnsanların mahkemesinde, ikinci derece cinayete teşebbüsten yargılanan bir tanrıya da, kimse inanmayacak...



Murat IŞIK

Yorum Yazıları (Katil Gibi Düşünmek)

Katillerini bulup çıkarttım silinmiş satırların. Yüzlerinde beyaz bir nur. Sırtlarında kağıttan yapılmış sahte kanatlar. Ellerinde sevimli yavru kediler, yün yumaklarıyla oynamaktaydılar. Ne kadar naif gözüktüler gözüme. Aldatmaca işte. Bacak aralarında sakladıkları günahları kamufle etmekteydiler aslında kostümleriyle.
Bir fotoğrafta etiketlenmiş ve suskundular. Kameralarca görüntülenemeyecek kadar da yapay. Çünkü, ancak bir kaç dakika böyle temiz ve sessiz kalırdılar. Sonra akardı yüzlerinden makyajları.  Dillerinde küfürlü lakırdılarla, tükürükler saça saça, lanetler okurdular.
O katilleri teşhis etmek, onlardan biri olmakla mümkündü anladım. Bir kaç cinayete mal oldu ama, sonunda kıskıvrak yakaladım hepsini.


Murat IŞIK

Yorum Yazıları (Pişmanlık)

Çöpleri karıştıran o dilsiz çocukla beraber dolanırken yığınların arasında bir eski daktilo buldum. Üzeri tozluydu. Sadece bazı tuşlarda toz yerine kan izleri vardı.
Hep merak etmişimdir, bir ölüm anı mıydı diye. O harfleri not aldım eve dönünce. Anlamlı bir cümle çıkartamadım aralarından.
Hala merak ederim, biri yazacak olsa ölmeden önce; Katilinin adını mı yazardı yoksa pişmanlığınkini mi?
Belki de pişmanlığıdır bizzat katili.


Murat IŞIK

Yorum Yazıları (Özlemek)

Hep aynı soruları soruyorlar. Bıkmadan da dinliyorlar, kurgulanmış cevapları. Geçiştiriyorum biliyor ama usanmıyorlar. Bir yerde pes edeceğim ümidi var hepsinde. Değişeyim istiyorlar. Bunun için geçerli bir sebepleri yok üstelik. Hep olduğum adama sevdalılardı bir zamanlar. Şimdi sırf, onlara özel olayım diye bu telaşları. Senayro değişsin diye. Yoksa, sonları belli. 
Bu hikaye daha önceden de defalarca yazılmıştı. Titanik filminin binlerce versiyonundan herhangi birinde; "belki bu sefer batmaz türünden" bir kandırmaca sergiledikleri. Adına ümit diyorlar. Bir çoçukları olsa bu ismi verecekmiş gibi inanarak. Belki de var; ve çoktan koydukları bir başka adın pişmanlığını gidermeye çalışıyorlar.
Özlemek dedikleri bir şey var. Bunu önemsiyorlar üstelik. Özlememek bir mana ifade etmiyor. Yanındalık anlamsız. Hiç özlemek olmasa dediğimde; "burada kalalım işte ne gerek var özlemeye" dediğimi algılamak, gelmiyor işlerine. Varsa yoksa saklanmak. Özlenilmek. Sahiplenilmek istiyorlar. Arayan olmayınca, bir işe yaramıyor ya gizlenmeleri; bu sefer sesler çıkartıyorlar seçilmiş zamanlarda. "Bak buradayım. Bulsana beni." dercesine. Onların seçilmiş zamanları, benim yalnızlık arzuma yenildiğinde de, daha bir hırslanıyorlar. Bir saldırganlık baş gösteriyor bu sefer. Küfürler, tehditler. Yetmeyince de; yalvarmalar, yakarışlar giriyor devreye.Utanmak bir çan gibi çınlıyor boyunlarında ama kulaklarını tıkayıp inkar ediyorlar her seferinde. Hatalarını kabullenmek sanıyorlar bunu. Onların hata dedikleri bir haz sadece. Aslında kabullenilmek değil, zevkle tekrarlanmak istiyor...



Murat IŞIK

Yorum Yazıları (Kuyruklu Yıldız)

Kuyruklu bir yıldız ayağı kayıp kadehime düşsün istiyorum. Kudurmuş bir köpek gibi sağa sola koşuştursun. Sonunda, midemde yörüngeye otursun. Sıçana kadarda çıkmasın!


Murat IŞIK

Yorum Yazıları (Altta Kalmak)

Dolunay mıdır dersin? Şu haplar tekilliyor bizi.
Anlamak her ne sikim şeyse anlıyorum. Alınıyorum üstelik anlamaya. Anlaşılmışım gibi geliyor bir yandan anlarken. Anlayış istemem oysa böyle zamanlarda. Aksine bir bok anlaşılmasın isterim. Birileri, kafalarına sıkacak bir sebep versin diye, beklerim. Kıçımdan soluyorum diye midir?

Sanki kokar her yer de, yanıma yaklaşmaksızın, uzaktan hak verirler bana. Ne hakkı ulan! Gelin işte. Savaş zamanıdır. Sikilmek için, iki okçu, bir kıçı kırık şövalye ile duruyorum karşınızda... Gelsenize koca ordularınızla. Yıkıp geçsenize şansınız varken ve ben hazırlamışken kendimi kaybetmeye...
Alttan alıyorlar yine!
Analarına sövüyorum. Cevapları: "yakışır" oluyor. Alttan alanların, ağzına sıçmak istemem, bu sebepten. Şimdi kafamız güzelken bir anda devrilip, sızalım üstlerine de; altta kalanın canı çıksın...


Murat IŞIK

Yorum Yazıları (Aklı Başka Yerde Bir Kadın)

Bakkalda mı kalmamıştı? Nadasa mı bırakmıştı kendini bilemedim. Kelimeleri okşamak istemedi elleri. Sanırım kremliydi. Birini bekliyordu belki. Bigudileri kafasında. Bir özen, bir bakım. Geriye kalan ne varsa geçiştirmek ister gibi. Zamana bile sövmeden nazikçe "Geç lütfen" dedi. Herkese olur bazı zamanlar, üstelemedim...


Murat IŞIK

Yorum Yazıları (Neye İçilmez?)

Neye içilmez ondan bahset bana!
Bir gece yalnızken içilir.
Bir gece kalabalıkken.
Bir gece, sırf gece diye içilir.
Bir yazı yazılmadan önce, yazılırken, sonrasında içilir.
Bir adam hastayken, sonra ölünce, gömünce; mezarına dökerken bir kadehi, içilir.
Bir kadınla sevişmeden, sonra o kafayla beceripte sevişebilirsen; ve ola ki boşalabilirsen de içilir.

Bir doktor yasaklayınca; inadından içilir belki.
Yada delerium' a girme diye tedavi amacıyla.
Neye içilmez ki zaten. Ondan bahset bana...


Murat IŞIK

Yorum Yazıları (Pezevenk)

Ölümü yaşayıp gelmiş bir kadın vardı. Ölmüş olduğu zamanlarda çok yalnızlık çekmiş olmalı ki; herkese verdi ikinci yaşamında. Ona "orospu" diyecek cesareti yoktu kimsenin. Herhangi birinin başına gelebilir bir travmaymış gibi, normal göründü gözlerine. Kimse neden diye sorgulamadı bile! Bir gece Bebek sahilinde karşılaştık. Yırtık pırtık eteği, dağılmış saçlarıyla az evvel ikinci turunu atıp ta gelmiş gibiydi.
Şarap uzattım. Kafasına dikti. Şişeden içen kadınları severim nedense. Bir de ağzı bozuk olanları. "Sana vermişmiydim" dedi. Hayır dedim. Oracıkta bitirdi işimi.
Tatmin olmamıştı; yüzü ekşidi. "Sen de değilsin" dedi. "Ölümün sınırına bir daha gelene kadar, öyle düzüşemeyeciğimi bilerek yaşıyorum." O an anladım. Azrail' e vermişti. Ölüm oyununda yan çizmenin kahpece bir hilesi. 
Onu, beklerken bırakıp gittim. Eceli olmam mümkündü belki ama Azrail' i olamayacak kadar yetersizdim. Onu boğazlasam tam ölüm anına kadar, o anda bıraksam; kavuşurlardı bir ihtimal ama, ben kimsenin pezevenkliğini yapamam.



Murat IŞIK

Yorum Yazıları (Sick City)

Bu hasta şehre gelsin bu parça ve içindeki tüm hastalıklı orospu çocuklarına.
Karanlık ve koyu kırmızı bir gece olsun. Çirkinlikleri bir şahesermişcesine yatağımıza sokan, ve estekik bozuklukların semptomatik tedavisinde kullanılan kafası güzel bir gece.

Sick City. Charles Manson ( Marilyn Manson Cover)




Murat IŞIK

Yorum Yazıları (Yalana İnanmak)

Teknede kaldığımız bir dönem. Denizden karaya çıkmak sadece alkol yoksunluğundandı. Sabah uyanmak ta gerekmedi o dönem gece uyumakta. Hızlı zamanlardı. Herkesin bir bağımlılığı vardı o vakit. Evcil bir hayvan gibi besleyip bazen de çişe çıkardığı.
Dünya bir tepsi gibi düzdü. Biz sınırında akrobasi yapardık. Üstelik kafamız güzel, ve üstelik bir yanımız diğerinden daha ağırken. Korkusuzduk işte... Ayılmak bu sebeple kabul görmezdi. Bir yalanı sevmek, bir gerçekten nefret etmekten daha kolaydı. Ve biz hep kolayına kaçardık.



Murat IŞIK

Yorum Yazıları (Alkol Yoksunluğu)

Hepsi bir yanılsama. Alkol yoksunluğunda çoğunluk gibi göründü çirkinler. Bir kaç şişelik isyan, bir kaç şişenin boşalmışlığında bastırılır ancak. Ve bir anda alkol azınlığına dönüşür yüzüne bakılmayanlar.
Beni korkutan onlar değil oysa. Onları gören bu gözler...

Bir gün, otobüste görüp çirkinliğine sövdüğüm o kadın, sabah dudak mesafemde uyandı. Dün akşamın dilberinden, şafak vakti kevaşesine dönüşmek, bir kırmızının kafasının dağılmasından başka nedir?
Ve bu gözlerin yeni bir hayale dalması için, kaç fıçıda yıllanmak gereklidir?



Murat IŞIK

Yorum Yazıları (Kadın)

Oturmuş bir kayanın üstüne düşünüyordu kadın. Yaklaşmadım. Belki atlamak vardı aklında.
Biraz sustu, izledi. Biraz şiir okudu. Biraz konuştu benim görmediğim birileriyle. Sonra kalktı ayağa ve bıraktı kendini boşluğa. Uçacak sandım önce! İyi ki öyle olmadı yoksa altıma sıçardım...



Murat IŞIK

Yorum Yazıları (Hesaplama)

Her şey her yerde artık. Az evvel içinden geçtiğim aydınlık, şu köşeyi dönünce de çıkacak karşıma. Lambanın altına işeyen sokak köpeği, kısa devre yaptıramadı yazık ıslaklığıyla, o sevimsiz beyaz rezilliğe. Belki bir sonraki mahallede başaracak. Kedinin biri kabardı yakınındaki bir kıpırtıya. Ben tısladım onun yerine. Her şey, her yerde artık. Az evvel vurduğu adamın yanından uzaklaşmadan, leşine tüküren adam, bir mil ileride yine aynı adamı kestirecek gözüne. Bir hesap makinesi olsa da anlasam, dünyadaki bir sonraki cinayetin, metraj olarak uzaklığını. Gidip alsam elinden silahı. Bir sefer de ben sıksam kanlı hedeflerine. Suç arkadaşı olsak. Daha köşeyi dönmeden de; birbirimizi satacak oyunlar kursak. Her şey her yerde artık. Bir tanem klavyenin tuşlarında yazıyor. Bir tanem eski bir şarkıyı söylüyor. Bir tanem tuvalette sıçıyor. Bir tanem sızmış bir birahanede. Bir tanem de hepsine sövüyor. Bir tanemin de elinde bir silah, kaç mildir hepsinin uzaklığı şimdi tersten hesaplıyor.


Murat IŞIK

Yorum Yazıları (Zaman)

Zaman bana kızmış. Büktü evreni. Kendimle kafa kafaya geldim bir kadeh önce. Kendim bana "Zamana" dedi ve kadeh kaldırdı. "Siktir" dedim. "Bana içelim bu gece sende üstüne alın."
Sanırım kendini gerçek, beni imitasyon sanıyor hümanist ibne. Güldü geçti.

Murat IŞIK






26 Mart 2012 Pazartesi

Alışkanlık

Televizyona dalmış dururken buldum kendimi. Yayın çoktan kesilmişti. Karıncalı bir ekranda kendi şizofren bakışlarımı görüp ürktüm. En son ne seyrettiğimi hatırlamaya çalıştım. Olmadı. "Nerede kalmıştık" diye söze girdim ama herkes gitmişti. Bir kadeh doldurdum kendime. Televizyonu kapatttım. Kendimle oturup içtim. Eski alışkanlık işte. Çok da keyif aldım.

Murat IŞIK

İl Sınırı

Ben ne zaman gitsem, bu şehrin adına bir çentik atar birileri, çapraz fişeklikli kırmızı bir çizgiyle; il sınırı yazılı mavi tabelalara. Bir uyarı adeta! Hani, "Emin değilsen, dönülecek an şimdidir" der gibi. İplemem geçerim.
Birkaç kere durmuşsam da; lanet bir sigarayı, çoktan silinmiş "İ" harfinin noktasını, yeniden yaratmak amacı ile bastırmak arzumdandı. Yoksa; gitmekten hiç usanmış değildim. Sigaram biter bitmez de yoluma devam ettim zaten içgüdüsel açlığımı ikiletmeden...

Murat IŞIK

Eskici (Laurelin İlhamı)

Camın önüne gelip "Eskiler alıyorum. Eskiler. Eskiciiiiiiiii" diye bağırdı.
Bir merak düştü içime. Perdenin yanına yaklaştım. Hafifçe araladım. Göz ucuyla baktım tahta arabasının tezgahına. Yüzlerce "ben" vardı. İşte bu; artık kimsenin bana ihtiyacı olmadığını öğrendiğim andı...
Çıkıp evden, bir fahişenin kollarına attım kendimi. Ağladım. O da benim kollarımda ağladı. Tam sevişecekken;
"Eskiciiiiiiiiiiiiiiiii" diye bağırdı yine, camın önünden. Koşup baktık. Yüzlercesi uzanmıştı bizlerden. Hangimiz daha orospuyduk anlayamadık.

Murat IŞIK

Yersiz

Yer açın lütfen. Hemen inmeliyim. Herhangi bir anda. Henüz hareket halindeyken. Ne olur durmaya zahmet etmeyin. Zaten sadece nereye gidiyorsunuz diye merak etmiştim. Kalıcı değildim en başından. Yer açın lütfen. Kapıya gitmeliyim. Yada camı açın yeter. Ben her yerden geçebilirim...
Siz bayan, sanırım inmeden önce sizi öpmeliyim. Ve bunu kabul edeceksiniz biliyorum! Çünkü çok çirkinsiniz ve daha önce hiç öpüşmediniz. Ne olur çekinmeyin. Sadece gözlerinizi kapayın. Gerisini ben hallederim. Tabii ki isterseniz. Ama eminim istersiniz. Çünkü çok çirkinsiniz ve daha önce hiç sevişmediniz...
Yer açın. Bir de kameraları kapatın lütfen. Bu anı unutmak isteyebilirim.

Murat IŞIK

Kadının Doğuşu

"Hadi gidelim" dedi genç olan.  Bücür sıçradı yerinden. "Ben çikolata istiyorum" Genç olan "Alırız ama sıradaki şehire varırsak" diyerek onu kendi tarafına çekmeye yeltendi.  Gözlüklü olan bakıp "Saçmalamayın" dedi. "Burada duracağız. Planlandığı gibi."
- Neden? Nasılsa yoldayız. Bir iki durağı atlamış olmanın kime ne zararı olabilir. Hem bu planı biz yapmadık. Yukarıdakinin işi.
- Oğlum kendine gel. Cenazeye gidiyoruz. Arkadaş ziyaretine değil. Yukarıyla da çok uğraşma. Hepimizi yakacaksın. Tanrının cezası aptal!
- Çikolata alacak mıyız bu muhabbetin bir yerinde?
- Biraz sus be piç!
- Bu sefer gözlüklü ibneyle aynı fikirdeyim. Sussssssssssssss!
Arka koltuktan bir kadın sesi geldi.
- Beyleeeeer!
Bücür kadına bakıp çığlık attı;
- Sakın bu karı senin anan demeyin!
Gözlükü olan arkasına dönüp suratını ekşitti;
- Ben sana dedim yukardakini kızdırma diye değil mi?
Genç olan dikiz aynasına bakıp, isyan etti;
- Hah! Şimdi bu orospu da mı benim suçum oldu?
Kadın güldü;
Sanırım doğru yerdeyim...

Murat IŞIK
  

Kabullenmek

Durmadan koştu. Olabildiğince uzaklaştı o yerden. Nehrin kenarına gelene kadar durmadı. Nehri görünce durdu. Ne kadar zamandır bu haldeydi? Kıyıdaki bir ağaca sırtını yasladı. Yavaşça kayarak yere oturdu. Arkasından gelen olup anlamadığını anlamak için karanlığa bakındı bir süre. Hiç ses duymadı. Orada kesik ve telaşlı bir uyuklama hali geçirdi...

Çıtırtılar duyup irkildi. Nefes alış verişleri hızlandı. Çevresine bakındı. Bir bok görülmüyordu sisten. Nehre baktı. Çok hızlı akıyordu. Karşıya geçmek için daha uygun bir nokta olmalı diye düşündü. Yerinden kalkmak istedi. Bacağı uyuşmuştu. Tekrar bir hışırtı duydu. Bu sefer daha yakındaydı ses. Kafasını kaldırdığında onun kırmızı gözlerini gördü. Kendini suya atmak için bir hareket yaptı ama nafile. Kırmızı gözleriyle, içini yakarcasına baktı. Tüm kederlerini ve endişelerini yaşadı yeniden. İlk yaşadığı gibi değildi. Daha az korktu bu sefer. O anda kahkahalar atmaya başladı deli gibi. "Senden kaçtığıma inanamıyorum. Senden korktuğuma da inanamıyorum bunca zaman. Ne salaklık Tanrım! Hadi bu işi bitirelim."

Kırmızı gözler kısıldı. Ayağa kalktı çocuk. Bacağında ağrı yoktu. Daha güçlü ve büyük hissetti kendini. Elleriyle gömleğinin düğmelerini yırttı. Masmavi gözlerini kırmızılıklara dikti. Suyun ateşe değmesi gibi bir tıslama sesi çıktı çarpışan bakışlarda. Birbirlerine koştular. Çocuk aniden durdu. Ellerini açtı havaya. Kırmızı gözlü şey şaşkındı. Ama duramayıp çarptı çocuğa. Çocuğun içine girdi. Çocuk yere düştü. Gülüyordu.
Gözleri mordu.

Murat IŞIK



25 Mart 2012 Pazar

Geldiğinde (Kapıcıya)

Kapı çaldığında,
Odur diyorum.
Bazen açıyorum,
Gülümsüyorum.

Bazen sadece kapının arkasında duruyorum.
Açmadan,
Sessizce;
Yokmuşum gibi.

Bazen duymamış gibi yapıyorum kendime bile,
Televizyonun sesini iyice açıyorum...

Ama en güzeli;
Hakikaten duymadığım zamanlar.
O zaman durup, sövüyorum;
Neden gelmedi bu göt diye...

Murat IŞIK

24 Mart 2012 Cumartesi

Zamanı Gelmemiş

Bu gece ölecektim oysa ki.
Yoldayken olacaktı.
En sevdiğim olmasa da; sevdiğim bir yoldayken.
Işıklar parlayacaktı yüzüme.
Sonra karanlık serilecekti sağıma.
Kör bir viraja derinlemesine dalarken; sol lastiklerim kesilecekti yerden.
Yer çekimsiz ortamda zamanı bükecektim en dirençli yerinden.
Taklalar atacaktım, cam kırıkları çevremde raks ederken...
Önce, kafamı vuracaktım bir yerlere,
Derin yarıklar açılacaktı bedenimde.
Ruhsal acılarımı hapsedecekti, aklımın ücra köşelerine; kanayan yaralarım.
Kemiklerim kırılacaktı;
Umursamayacaktım.

Tam da yolun en ıssız yerindeyken olacaktı.
Eskilerden aşina olduğum, hız sınırı belli bir virajda; sınırlarımı aşmışken.
Radyoda, beklenmedik bir parça çalacaktı klasikleşmişlerden.
O parça gibi tarihe kazınacaktım.
Olmadı...

Ağlamaya tutulmuşken kaybettim isteğimi.
Parça bitene kadar da, o virajı çoktan geçip gitmiştim.
Ölüm bir kez daha sıyırıp geçti beni...
Şimdi biri çıkıp;
"Vaktin gelmemiş" diye sıkacak götünden.
Üstelik bu;
Zamanla ilgili tüm bilgisi, kolundaki dijital saati olan, zavallı, beyinsiz bir orospu çocuğu olacak!
Bense,
Kafamı sallayıp ta hak verir gibi;
Yeni bir teşebbüsün hayaline dalmış olacağım.

Murat IŞIK

23 Mart 2012 Cuma

Ölenin Ardından

Ölenler o kadar yaşlı değiller bu günlerde.
Bir arkadaşımla sokakta karşılaşıyorum. Yere bakarak yürüyor. Ağlıyor sanki. Ona sesleniyorum. Yanıma gelip sarılıyor. Sonra salıyor kendini, hıçkırmaya başlıyor. "O öldü" diyor. "Kim öldü be adam?" Çok fazla kadına aşıktır bu çocuk. O sebeple, kimden bahsettiğini anlayamıyorum. "Hangisi cevap versene!" Biraz daha iç çekip, "Yvonne" diyor. "Olamaz" diyorum.  "Olamaz Tanrım! Sonunda o kıçı kaybettik..."
O, özene bözene yaratılmış kıvrımlara sahip, himayesi zor, uyuşturucu bağımlısı bir kızdı. Ondan ne istemiş olabilir ki Tanrı?
"Kahretsin" diyor arkadaşım. "Kahretsiiiiiin!"
"Kahretsin" diyorum bende. "Nasıl olmuş" diye soruyorum. "Franky ile beraber arabada giderlerken. Torbacıda denedikleri maldan kafaları güzel olmuş olmalı. Daha ilk virajda çıkmışlar yoldan." diye kısaca anlatıyor hikayeyi. Ne kadar kolay söylüyor. Şaşıyorum.
- Hangi Franky. Şu crackci çocuk mu?
- Evet.
- Çok küçüktü o. Reşit bile olduğunu sanmıyorum!
- Değildi zaten sadece onyedisindeydi.
- Kahretsin! Zavallı Franky.
O muhteşem kaltağın yok olmuş olmasından daha çok sarsıyor bu haber beni. Çocuğu sevdiğimden falan değil. Siftahı yoktu zavallının. Dişleri dökülmüş, iskelet gibi gezen çirkin bir müptezeldi. Bu dünyadan sevişmeden göçen herkese aynı tepkiyi veririm ben.
- Ona bir kadın ayarlamalıydık dostum. Hata yaptık anlıyor musun? Kahretsin!
Sonra aklıma geliyor. O kadar güzel kıçlı bir kadın. Frank ile aynı arabada. Üstelik torbacıdan çıkıyorlar. Ümitleniyorum. Belki de Yvonn, Franky' i yalarken uçtular. Bu sayılır mı? Umarım öyledir ve umarım sayılır!
"Neden bu aptal çocuğa takıldın anlayamıyorum" diyor arkadaşım. "Onlar öldüler anlıyor musun? Geberip gittiler. O muhteşem kalçaları bir daha göremeyeceğim adamım! Kahretsin."
Kendi manzarasında yoksunluk yaşayacak diye endişeleniyor arkadaşım. Bir nevi sex bağımlılığı herhalde. Bense Franky için üzülmeye devam ediyorum. "Umarım onu becermişsindir Franky! Siftahı olmadan ölenler melek olacakmış. Senin bu kadersizliği yaşamanı istemem..."

Murat IŞIK

21 Mart 2012 Çarşamba

Ayrılığın Anlaşılmaz Karmaşası

Nemli gözlerin gelir aklıma, yağmurlu havalarda.
Gözyaşlarının,
Tanrınınkilerin ardında, kamufle olduğu zamanlar da,
Anlayamazdım;
Ağlıyor musun?
Yoksa, kirpiklerine mi isabet etti damlalar?

Bir sessizlik olurdu kimi zaman aramızda.
Bu sessizliğin etekleri ardına gizlenip, duygusallaştığın zamanlar da;
Anlayamazdım;
Beni mi düşünüyorsun?
Yoksa, sesleri mi?

Çok nadiren, ürkek bakışlarla süzerdin beni.
Gözlerinde bir ceylanın titreyişleri,
Ve kaçıp gitmesi gibi, kaçırırdın gözlerini.
Anlayamazdım;
Benden mi korkardın?
Yoksa, gözlerimden mi?

Anımsar mısın bilmem sende benim gibi?
Ellerimi sımsıkı tutmuş, sanki kelepçeler gibi,
Sonra, haykırmıştın sevgini.
Anlayamamıştım;
Beni mi seviyordun?
Yoksa, sahiplenmeyi mi?

Sonunda gittin.
O kadar sevdirmişken üstelik kendini.
"Kalbimin yarısı oldun" demiştin oysa, bir vakit öncesi...
Anlayamıyorum
Beni mi terk ettin?
Yoksa,
Kalbini mi?

Murat IŞIK

20 Mart 2012 Salı

Dengesizlik (Bunu Not Almalısın Dendiği İçin)

Dalga boyları kısaldı gelgitlerimin.
İyi alametler değil bunlar.
Gülmek ile ağlamak ne zaman bu kadar iç içe geçse,
Bir bilinmezliğe sürüklenir huzurlu kalmış yanlarım.

Dengesizlik,
Zaman ayarlıyken imha edilebilir bir bir bomba düzeneğidir de;
Zamansızken, hangi teli kesersen kes, elinde patlar.

Murat IŞIK



Çeşit Çeşit Gitmek

Cümleler doğum sancıları çekerken beyaz sayfaların aydınlığında; bir kağıt, kesiyor elimi. Suçlayacak birini arıyorum. "Siktir git be kadın!" diye bağırıyorum. Sorgulamaksızın;
Gidiyor.
Kafam dağınık. Kelimeler, zihnimin içinde; yağmaya yüklü bulutlar halinde dolanırken, düzensizce çakan şimşeklerde, bazıları daha bir parlıyor. İngilizce bir tanesini, baş parmağım ve işaret parmağımla tutup, yakalıyorum kırılma noktasından. Mıncıklıyorum. Ne geniş anlamları var. Şaşıyorum. Tam bir karşılığı yok üstelik benim lisanımda. Kıskanıyorum. Alayına sövüyorum o dilde yazabilen yazarların. Aklıma gelen tüm dillerde üstelik! Bir tanesini üstüne alınacağı tutuyor bir kadının. "Sensin o!" diyor. Kızıp;
Gidiyor.
Bir kelime daha buluyorum. Bu sefer hecelemeyi başaramıyorum. Ne kadar uzun tanrım! Denedikçe kayboluyorum harflerin aralarında. Bir yandan da televizyonun aptal sesi aklımı çeliyor. "Sesini kıs bari şunun be kadın!" diyorum. İnadına açıyor. Sinirlenip, sansürsüz yazılmış bir cinayet hikayesi fırlatıyorum üstüne. Eğilip sıyrılıyor öykünün baş rolü olmaktan. Ama tırsmış olacak ki;
Gidiyor.
Eski köhne bir pansiyondayım şimdi. Her yer rutubet kokuyor. Duvarda yeşilli beyazlı, kabarmış küfler. Elimi sürüyorum. Parmaklarıma bulaşıyor önce. Sonra parmaklarım başlıyor çürümeye. Koluma sıçrıyor kangren gibi. İzliyorum. Boynuma kadar istila ediyor bedenimi. Tam kafama yürüyeceklerken, olduğum yerde sıçrıyorum. Dökülüyorlar. Kendilerini ne sanıyor bu zavallı yaratıklar? Kadın elinde süpürgesiyle gelip toplamaya başlıyor ortalığı. "Dur" diyorum. "Dokunma artık ne olur. Bırak pis kalsın!" Umursamıyor. Döküp saçmama o kadar alışmış ki, silip;
Öyle gidiyor...

Murat IŞIK

19 Mart 2012 Pazartesi

Şaşkınlık

Bir kibir kaplamış seni;
O sevdiğim kadın değilsin artık.
Bu saçlar,
Bu eller,
Bu dokunuş!
Değişmiş kalbinin çarpıntısı.
İnanılır gibi değil...

Murat IŞIK

Mavinin Her Tonu

Gözlerin düşüyor aklıma.
Bir fırça kapıp banıyorum içine.
Elime geçen ilk kağıt parçasına damlatıyorum.
Lacivertliğin kaplıyor her yeri.
Hoyrat bir deniz oluyorsun.
Korkutuyorsun!
Ağlıyorum.
Kağıda benden de bir damla düşüyor,
Mavinin her tonunda sular çağlıyor, değdiği yerden.
Denize yönelen bir nehirim şimdi;
Kavuşuyoruz sana döküldüğüm yerde....

Murat IŞIK

18 Mart 2012 Pazar

Teşebbüs

Sismik hareketlerini algılayıp vücudumun, çizdim bir kağıda.
Tutup verdim kadına.
"Bak" dedim "Kalp atışlarım."
"Eeee! Ölmek üzereymişsin sen" dedi.
"Neee!" diyerek aldım alelacele kağıdı.
Baktım dümdüz çizgiler.
Kalbim sıkıştı.
Bir panik atak nöbetine sürüklendim.
Gömleğimin düğmelerini açtım.
Aptal kadın, kolonya getirdi bana.
Oysa alkole ihtiyacım vardı.
Bu kadar salak olunmaz ki. Yooo! Kesin canıma kastetmiş olmalı.
Ecelimmiş gibi gösterecek cinayetini...
"Pis orospu. Senin önünde ölmeyeceğim!" dedim ve aldım elindeki şişeyi.
Tutup diktim kafaya.
İçimden sövdüm kevaşeye.
"İyi ki su getirmemiş" diyerek de avuttum kendimi.
Beceriksiz katil zanlıma siktiri çektim kendime gelince.
Bir daha da görmedim...

Murat IŞIK

17 Mart 2012 Cumartesi

Sahilde

Eylül ayındayız. Ama doğru bir yerdeyim bu sefer. Ağustostan pek bir farkı yok gibi eylülün bu coğrafyada. Hava hala kemiklerimi ısıtacak kadar sıcak. Kimsecikler yok. İki kilometrelik sahil emrimde. Bir de iki kilometre karelik deniz. Denizden karaya esen rüzgar da benim üstelik.
Bir plastik sandalyeyi kaptığım gibi denizin kıç hizama gelen noktasına kadar suyun içine giriyorum. Sandalyeyi yumuşak kumdan zemine sabitleyip salıyorum kendimi üzerine. Sağa sola kaykılıp iyice yerleştiğinden emin oluyorum kumların içine. Dalgalar bel hizamın  üzerinde kırılıyorlar. Manzaramı tamamlamak için gereken aksesuarları almak için, kalkıp, arkamdaki bara yöneliyorum. Bir şişe şarap çalıyorum raflarından. Bir şeyler çalıyor olmanın en keyifli tarafı yakalanma korkusudur. Ortalıkta kimse yok oysa. Yakalanma korkusu yok. Çalmanın hazzı yok. Çıkartıp bir miktar para atıyorum tezgaha.

Kimlik karmaşasındaki sözde solcu çocuk, arkada bir yerlerde muhtemelen porno dergilerine bakarak mastürbasyon yapıyor. Yazın, barın karşı yakasındaki kızlara bakışını gördüm. Gözleriyle soyuyordu hepsini. Ağzının suları akıyordu. Bazen kaçamak bakışlarla süzdüğü bar sahibinden habersiz, bira ikramı yapıyordu. Onca bedava birayı boşa dağıtmış oldu yazık. Hiçbir kadından, seksi bir gülümseme haricinde; bir şey alamadı. Göster ama verme taktiğinden bihaber bu karşı cins çömezi, bütün yaz yedi aynı numarayı. O zamandan beri de dergilere abone. Dergilerdeki kadınlar sadık. Üstelik çıplaklar. Soymak için uğraşmak gerekmiyor. Gözlerini her kapadığında bir başkası yatıyor altına. Hemde bedavaya. Böylece, dolaptan gizli saklı aşırdığı biraları; güzel çirkin ayırt etmeksizin her kadına ısmarlarken hissettiği; yediği kaba sıçma suçluluğunu da hissetmiyor.
Barın sahibi, hayatla yeterince ön sevişme yaşamış, ama mevzuya bir türlü girememiş alkolik bir adam. Kış mevsiminde çevirmenlik yapıp, mekanı finanse ediyor. Şimdi de odasında Fransızca bir kitabın çevirisine bulanmış olmalı. Kışlık yaşantısına adapte olmaya çalışıyor. Yazın "Hayat Güzel" diyerek attığı naralara ve kadeh kaldırmalara fazlaca karşılık bulurdu. Hayat hala güzel ama karşılığı yok artık...
Çıkıp gelir birazdan. Sonra çocuğa bakınır barın içinde. Bulamayınca bağırır kesin. "Barmen kovuldun." diye. Her gün böyle kovar onu. Ama göndermez; hemen başka bir göreve atar. Çocuk artık barmen değildir. DJ olur yada çöpçü veya aşçı...
Solmuş mayosuyla kapıda belirdi birden alkolik dostum. Esnedi ve "Hayat Güzel" deyip gülümsedi.
- Hayat sana güzel usta. Ben iki güne dönüyorum.
- Cennetten kovuldun yani.
Bastım kahkahayı.
Çocuk koşarak geldi içeriden. "Git müziği aç" dedi usta. "Hangisini" dedi çocuk. Sahile baktı usta. Havayı kokladı. Bana baktı sonra. Baştan aşağı süzdü. Halimi elekten geçirdi. "SUNYATA" dedi. Ve fransızca bir küfür salladı. Bu dilde sövmek yakışır ona. Bir kadına sövse aşk cümlesi sanıp, yatar altına kadın. O kadar güzel bir tonlamaya sahiptir. Ardından eliyle çabuk olması gerektiğin anlatır gibi "Siktir git hemen" işareti yaptı. "DJ liğin barmenliğinden de yavaş be çocuk." dedi. Bir şiir okumaya başladı muhteşem sesiyle; bağıra çağıra. Ben hayranlıkla dinledim. Sesindeki iniş ve çıkışlar, dalgalarla uyumluydu. Denize daldı gözlerim. Şiir biter bitmez, çocuk müziği koydu. Adam bağırarak; "DJ son anda götü kurtardın" dedi ve ekledi "Yeniden barmen atadım seni. Şimdi siktir git bana bir içki koy!"

Birazdan güneş dağların arasında yitip gidecekti. Onu izleyip keyiflenecektim. Bir kadın seçip ona bir dize yazacaktım. Sonradan unutacağım bir dize. Bir kadına yazmanın en tutkulu halidir bu, yazılanla birlikte uğruna yazılanı da unutmak. Anılacak ve tüketilecek. Bir şeyi tam olarak tüketmeden unutamazsın zaten...

Murat IŞIK

14 Mart 2012 Çarşamba

Dört Mevsim (Şiir)

Dört mevsimin kadınıydı.
Yaz gibi sımsıcak gözleri vardı,
İlk baharı kıskandıran ılıman gülüşleri; birde, zamansız yağan yağmurları.
Bir buzul serinliğindeydi suskunluğu. Kış gibi...
Ve ağzından dökülen her söz; güz mevsiminde düşen yaprakları andırırdı....
Dört mevsimin kadınıydı.

Murat IŞIK

Bu Yazılar Kimin İçin Yazılmıştı

Gözlerim dalıp dalıp durdu tüm gece. Eskiye ait yazılardan, sisli hatıraları ayıklamaya çalıştım. Kadınların yüzleri silik. İsimleri sanki hep tek heceli. Bir nefes alıp vermek kadar "kısa"da geçmiş zamanlarımız. Kimseleri özlememişim yazık. "Kim" seler eğer; onlar da beni özlememişlerdir diye teselli bulmuşum. Saklamışım vurdum duymazlığımı onların yok olmuşluklarında. Suçluluğum olmalıydı bir yerlerde. Her normal insan gibi. Aradım bulamadım cümlelerde. Ya hakkaten suçsuz muşum ya da çok iyi gizlemişim sefilliğimi kelimelerimde.
Gelmek üzere gitmiş kadınlarım hep. Ya da ben; hep bir sözler vermişim dönsünler diye. Hiç tutamayacağım türden. İnanmışlar üstelik. Gelmişler hatta bir zaman. Ben yokum; verilmiş sözlerim yerlerde... Çiğnenip tükürülmüş sözlerim. Üstlerine basılmış geçilmiş sözlerim. Sözlerimin üzerlerinde 42 numara ayak izlerim.  

Gitmek için ayaklanan bir tanesi vardı sanki. Saçları darma dağın, öfkeli. O giderken ağlasaymışım bari... Ona da yüzsüzce "git" demişim. Kapıdan çıkmasını beklemişim Tanju Okan'ı dinlemek için. Sanki tüm amacım buymuş gibi. O şarkının bir anlamı olsun istemişim gibi; istemişim gitmesini. 
Tüm bunlara rağmen, hiç yalnız kalmamışım ne gam. Aşksızlıktan sakınmışım susuzluktan sakınır gibi. Ve kıyamete yetecek kadar istiflemişim sevilmeyi. 
Aşkın kendisini damıtmışım, her bir renkte kadınlardan. Her bir dilde; bu renklerin isimlerini ezberlemişim üstelik. Çıkıp dünyadan mı toplamışım bunca rengi? Yoksa onlar; benden sonra mı dağılmışlar dünyaya? Ne fark eder ki... Hangisi uymuşsa içkimin kıvamına; o akşam tutup, ondan katmışım bir damla ve karıştırıp içmişim. Kafayı bulduktan sonra da; hangisi, kimin içindir; hangisi, hangi zamandan kalmadır bilmediğim, dizeler kusmuşum. Hepsi bir kadına mıydı? Yoksa kadınlarım birbirinin mi taklidiydi anlayamadan... 
Gözlerim dalıp dalıp durdu tüm gece. Eskiye ait yazılardan, sisli kadınlarımı ayıklamaya çalıştım.

Tiksindim saygısızlığımdan.

Murat IŞIK

13 Mart 2012 Salı

Yorum Yazıları (Bir Başkasının Sayfasında Yazmak)

Sordum söylemedi kimse. Şapşal şapşal baktılar yüzüme. İfadesiz. Sanki bilmek zorundayım. Sanki ayıpmış bilmemek. Sanki sormak günah! Kaçıncı katta kardeşim bu şerefsiz. Silahımı istedi kapıdaki görevli. Ötmüşüm sıçtığımın aletinden geçerken. Üstümü aramak zorundaymış. Ulan piç! Doğru yerde miyim onu söyle önce. Sonra belki izin veririm kıçımı avuçlamana.
Ne o? Niyetini bilmediğimi mi sandın pis abaza! 50 Km öteden alırım ben senin azmışlığının kokusunu. Daha adımlarken o yolu; ayak üstü soydun beni. Sikmeyi ise sonraya bıraktın. Kaçıncı katta diyorum. Bir küçük kız geliyor yanıma. Dediklerini yap o zaman belki söylerler diyor. Korku filmlerinden fırlamış gibi, düz siyah saçlı, beyaz tenli bir küçük orospu. Aldanmıyorum ona da. Biliyorum birazdan yüzünde derin siyah yaralar açılacak vıcık vıcık, gözlerinin beyazı damar damar kanlanacak ve kafasını çevirecek 360 derece vücudunu hiç kımıldatmadan. Çatal dilini sallayıp, tükürükler saça saça eski ahit'in İbranicesinde kulağa kutsal gelen küfürler edecek. Oysa kesif bir sülfür kokusu var nefesinde. Seni de tanıyorum. Naif görünümünün altında yatan o fahişeyi de.
Silahımı çekip basıyorum tetiğe. Her birini tam kaşının ortasından mıhlıyorum. Diğerleri kaçışıyor.
Bir ihtiyarı yakalıyorum saçlarından. Saçları elimde kalıyor. Kolunu tutuyorum. Kolu elimde kalıyor. Tam boynundan tutuyorum bu sefer. Yeşil dili ağzının kenarından sarkarken sıkıyorum boğazını. Ağzı ölüm kokuyor. Benim için uyandırılmış olmalı yattığı lanetli uykusundan. Kaçıncı katta diyorum. Kaçıncı kat söyle sefil yoksa seni sonsuza kadar acılar içinde yaşatırım. 5 diyor. Ne olur bırak beni! Söyledim işte. Ağzına sokup silahı sözümü tutuyorum. Huzurla yatıyor artık yerde. 
Eski asansörün zincir kapısını açıyorum. İçeri girip basıyorum düğmeye. İlk katta insanlar var. Çıplaklar. Ulu orta sevişiyorlar ağır çekimde. Bir kadının inlemesi dolduruyor her yanı. İnip sevişmek istiyor bir yanım. Vücudum şehvetle arzuluyor kadını. Diğer yanım onu durduruyor. Tuzak diyor inme... İnanıyorum.
İkinci katta zincirlere vurulmuş insanlar piramitlere taş taşıyor. Başlarında kırbaçlarıyla, Firavunun adamları. Yardım et diyor biri. Yardım et bizi eziyorlar. Aptallar. Bir diktatörü bir diğerine tercih edenlerle işim olmaz benim. Musa' yı bekleyin diyorum.
Üçüncü katta, tanıdığım tüm büyük ayyaşlar içiyorlar. Bir masanın etrafında. Ellerinde kalem ve kağıtlar. Dizeler dudaklarında. Durduruyorum asansörü. İniyorum. Her şeyden vazgeçilecek kadar güzel satırlar kazınmış ahşap masanın kenarlarına. Bizimle kal diyor biri. Bir yanım oturmuş içiyor. Diğeri şiirleri ezberlemeye başlamış. "Gidelim" diyerek çekiştiriyorum bir tanesini. "Hadi" diyorum. "Bitirmeliyiz bu işi." Beni tekme tokat döverek sallıyor asansörden içeri. Ve bağırıyor. "Siktir git!" Ben burada kalmayı seçiyorum. Bölünerek ilerliyorum.
Dördüncü katta bir kum saati. Akmadan duruyor öylece. Zamanın durduğu bir yerdeyim anlıyorum. Ölümsüzlüğü sermişler önüme. İplemiyorum bile. Yoluma devam ediyorum.
Beşinci katta iniyorum. Upuzun bir salon. Duvarları brüt beton ve zemini masif ahşap. Odanın ortasında yerde yatmış bir kadın. Kan gölünün içerinde. Elimi koyuyorum şah damarına. Ölmüş. Geleceğimi bildiği için. O an aklımda kalsın ve yok olmasın hayalimden diye bir daha. Ne kadar zavallı bir düşünce. Bu kadar zavallı bir adama fazla bile. Ölenle ölünmüyor. Çıkıp biniyorum asansöre. 4. Katta yalnız kalıyorum bir süresizliğine. Zamanın geçmemesine doyuyorum. 3. katta diğerlerimle buluşup içip eğleniyorum. Şiirler yazıyorum geberen sevgililer üstüne. 2. kattaki ezikleri pas geçerken Musa' ya selam veriyorum. 1. katta inip sevişiyorum o kadınla. Bana aşık olma diyorum. Boşuna. Bundan önce ki 5. katta kanlar içinde yatıyor hala.

En alt kata inip çıkıp gidiyorum kapıdan. Bu sefer o alet ötmüyor bile. Gerçek hayatta silahlara izin veriliyor. Ve ben bunu seviyorum.


Murat IŞIK

Bıraktığım Gibi Kalsın Yüzün


Şehre döndüm. Tiksindiğim bir yağmurda arınmak gibiydi sahilde durmak. Onu bile sevmişim gibi olmam, denize tutkumdan.
Ölümün sol yamacında bir fotoğraf çektirdim. Ölümüm elleri titrekti, gözleri saydam. Saçlarını okşadım. Acısı var diye, elimi şakaklarına sürdüm biraz. Her seferinde gülümsedi. İlginin hiç bir raddesi yetmedi. Ne kadarını verdiysem fazlasını bekledi sanki. Kapıdaydı sürekli gözleri. Geleni izlemek için mi gitmek için mi bilemedim...
Ölüm yorgundu. Ağrılı. Ama beni kapıya kadar geçirdi dizlerinin güçsüzlüğüne bile bakmadan. Belki bitkindi; ama hala "canlı" bir resimdir işte o şehirden aklımda kalan. O sebeple, bu sabah hastanedeki odasına uğramadan çıkıp geldim.

Murat IŞIK

12 Mart 2012 Pazartesi

Kadın

Silinip gidiyor gözlerimin önünden o piç gülümsemen.
Yüzün koyulara boyanıyor.
Tek bir renk kalacaksın sonunda biliyorum.
Karanlık madde kadar gizemli olacaksın.
Seni tanıyanlar yok olup, bu hayattan göçüp gittiğinde; gizemini çözmek için milyonlar harcayacak bilim insanları. Ama ne yaparlarsa yapsınlar senin nasıl bir orospu çocuğu olduğunu asla keşfedemeyecekler...
O gün geldiğinde; tüm sırlar gibi, değerleneceğinden korkuyorum.
Bu yüzden, en iyisi, seni daha insanken öldürmek.
Yarının insanları hakkında hikayeler yazmaya başlamadan önce.
Ya da, seni tanrılaştırmadan geleceğin papazları.
Gebermelisin.
Etlerin hayvanlara atılmalı.
Kemiklerin kumlaşana kadar öğütülmeli un değirmenlerinde.
Yazdığın tüm satılar yakılmalı.
Onları yakacak olanlar da öldürülmeli; okumuş olma ihtimallerine karşı.
Ve adın; her yerden silinmeli.
Ben; sevdiğin ve seni seven tüm kadınları öldürmekle görevlendirdim kendimi.
Ve tabi ki beni de öldürmeliyim en sonunda.
Sıra bana geldiğinde; korkarım ki, tereddüt edeceğim!
Kendimi öldürmekten değil elbet.
Zavallı ruhum...
O kadar çok kıyamıyorum ki sana; ve o kadar biriktirmişim ki içimde sana ait olanları, işte onlara dokunmaktan sakınacağım, biliyorum!
Sırf bunu yapmak için; senin gibi olmalıyım önce.
Senin gibi aşık,
Senin gibi bencil;
Senin gibi umarsız bir orospu çocuğu.
Belki bir kaç zavallı adamı feda etmem gerekecek ama deneyeceğim.
Seni bu şekilde öldüreceğim...

Murat IŞIK



Bu Havalarda Uyanmak

Bakmışsın karanlık deniz. Gökyüzünde alengirli bulutlar. Dalga boyları dengesiz. Üstüne ne bulduysan giyip çıkmışsın dışarı. İçinde yaşamaya dair en ufak bir azim olmaksızın akışına bırakmışsın hayatı. Bakmışsın karanlık hayat. Alengirli bulutlar kaplamış her yanını. Dalga boyları dengesiz. Üstünde ne varsa soyup girmişsin bir mezara. Ne ölüsün, ne diri sadece yatmaktasın biri seçsin diye seni...

10 Mart 2012 Cumartesi

Sokak Köpeği Öğretisi

Bir sokak köpeği ile karşılaştım kapının tam önünde, anahtar deliğini bulmaya çalışırken. Dünyanın en çirkin köpeği olmalıydı. Cinsini size söylemek isterdim ama, annesinin bile o gece kaç çeşit it tarafından becerildiğini bildiğinden emin değilim! Bana hırladı. Önce bastım kahkahayı, sonra bende ona hırladım. Kuyruğunu salladı. Ortak bir noktamız vardı demek ki. Huzursuzduk ikimizde.


Becerebilipte kapıyı açınca, ona dönüp, "Hadi gir çirkin orospu çocuğu" dedim. Hırladı ama girdi içeriye. Arkamızdan kapıyı kapadım. Eve bir göz gezdirdi. Zavallı hayvan! Sanırım dışarıda olmayı yeğlerdi. Bana baktı. Havladı bu sefer. Anladım. Sanırım yerini soruyordu. Gösterdim elimle. Anlamış olmalı ki, tamda gösterdiğim çöplüğün içine gitti ve zıbardı. Ben banyoya gidip işedim. Ellerimi çamurlu akan suyla yıkadım. Kurusunlar diye de, kafama sürüp, güya saçlarımı düzelttim aynada. Kendimi beğenmiş numarası yapıp gülümsedim bir de şapşal Amerikan ibneleri gibi. Sonra mutfağa uğrayıp kendime bir bira söyledim. Kendim, bana bira servisi yaptı. Teşekkür etmedim. Samimiyetimiz yoktu.
Salona geçtim. Baktım hala uyuyordu. İlişmedim. Ben de bir yer bulup uzandım. Orada sızıp kalmışız iki köpek!


Gözlerimi açtığımda dişlerini sıkmış, yüzüme bakıyordu. Orta parmağımı kaldırıp hareket çektim. Kuyruğunu salladı.


"Git gide seviyorum bu hayvanı." diye geçirdim içimden.


Tuvaletim geldi. Gidip işedim. Çıktığımda kapıdaydı. Elimle içeriyi gösterip "tuvalet" dedim. Başkası olsa oranın tuvalet olduğuna götüyle gülerdi. Ama o, sadece götünü sallamakla yetindi. Kahkahaya benzer bir ses duymadım... Sonra mutfağı gösterdim. Zaten evin hepsi o kadar sayılırdı. Arka tarafta küçük bir oda ve bir balkon vardı ama ben hiç kullanmazdım. Ona da öğretmedim bu sebeple.


Kadın bulmak zordu o günlerde. Benim de, eve gelen giden bir düzine kadar kadınım kalmıştı sadece. Bu şerefsiz hayvanın onlara havlayıp hırlayarak kaçırması ihtimalinden ürküp, sağda solda unutulmuş kadın iç çamaşırlarını topladım ve koklattım orospu çocuğuna. "Eve girerlerse bunlar, yeme!" diye de tembihledim. Hırladı. "Uzatma ulan" dedim. "Onlar benim. Eğer senin yüzünden kaçarlarsa, seni beceririm ona göre!" Anlamış gibi kıçını sallamayı kesti. Yüzünü yere eğdi. Sadece gözlerini çekmedi gözlerimden. Mahçup bir hali vardı. Kıyamadım. "Efendi olursan belki sana da birkaç fahişe buluruz" diyerek onu ümitlendirdim. Gene kıçını sallamaya başladı.


Bir daha tuvaletim geldi. Gittim. Çişimi yaparken aklıma takıldı. Bu şerefsiz nereye işeyecekti?
Ciddi bir sorundu bu. İşeyecek yeterince yer yoktu. Ben sarhoşken lavaboya işerdim. Eskiden kalma bir bar alışkanlığı... Gözüme pisuvar gibi görünür nedense lavabolar kafam güzelken. Büyüğüm olduğunda da, tutturabildiğim kadarı ile tuvale sıçardım. Pisuvar ve tuvaletin sahibi, tek hakimi; ben olduğuma ve paylaşmayı sevmeyen bencil bir göt olduğuma göre; ne yapmalı? Ben küveti düşündüm bu ite ama o yanaşmadı. Gir çık, gözü yemedi. Üşengeçti sanırım. Ben de üşengeçtim. Her gün çıkartamazdım dışarı bu orospu çocuğunu... Evin kapısını açık bırakmak geçti aklımdan. Ama sakat bir muhitti. Üstelik hiçbir şeyim yoktu çalınacak. Ve hırsızlar girdiler mi içeri, bir şey almadan çıkmayı yenilgi sayarlardı. Tanırdım hepsini; onlarda aslında beni tanırdı ama ayıklarken. Çoğu işe çıkmadan haplanırdı. Kafaları güzelken babalarını tanımaz, sikerler! Kimyasalcı pezevenkler! Götü kaybetme riski vardı; bu sebeple kapıyı açık bırakma fikrinden vazgeçtim.
Sıkıldım bir süre sonra bu sidikli meseleyi düşünmekten. "Hele bu günü bir atlatalım da, gerisine bakarız!" diye savdım başımdan tüm olanaksız fikirleri.
"Düş önüme" dedim ite. Hırladı. Kapıyı açtım. Anlamış olacak ki hareketlendi dışarıya doğru. Çıktık. Biraz dolaştık. Sağı solu kokladı. Kendimi bok nöbetinde gibi hissettim. Küçük, yeni dikilmiş bir ağacın dibinde boşalttı sidik torbasını. Bir de sıçtı. İkisi bir arada olunca şampuan gibi cıvıklaştı ortalık. O an beynimde ışıklandırılmış bir bira şişesi yandı. "Tanrının bir lütfu işte" diye düşündüm.
Hemen harekete geçtim. Az ilerde bir okul vardı. Demir kapısının üzerinden atlayıp içeri sızdım. Eskiden arkadaşım olan okul bahçıvanının, kendinden de yaşlı bir küreği vardı. Hiç yanından ayırmazdı. Bara bile onula gelirdi ibne! "Çok yakın olmalılar birbirlerine" der gülerdik. Kulübenin kapısını araladım. Kürek yatağın hemen yanındaydı. Başının altında bir yastık ve üzerinde ince bir battaniye örtülüydü. "Hasta orospu çocuğu!" dedim içimden. Uyanmasa bari tokmakçısını çalarken. Bu yastıklar işime yaradı aslında. Sessizce aldım küreği...
Gözlerini açıpta sex oyuncağını bulamayınca, aranıp dursun pezevenk! Karıları evden kaçmış kılkuyruklar gibi ellerini başının arasına alıp aransın çığlık çığlığa! Gizli bir haz duydum bu düşünceden... Aslında husumetimiz eskiye dayanır. Bir kaç ay evveline. Bir gece sarhoşluğumdan yararlanıp iki bira ısmarlattı kendine. Yani mantık olarak iki tane borcu var hala bana! İnkar etmese bu kadar kızmazdım aslında. Ama inatla ona bira ısmarlamadığımı söyledi. Üstelik ağzı, hala benim biralarımdan kokuyordu ve gömleğinde de sapsarı kocaman bir leke vardı. Ödemiyorum ulan dese tamam ama caanım biralara hiç içilmemiş muamelesi yapmasınadır tüm takıntım. "Oh çok güzeldi. Sefam olsun" diye bassa kahkahayı; "afiyet olsun" deyip geçecektim oysa ki...
İş inada bindi artık. İki soğuk biranın yanında kıçı kırık bir küreğin ne önemi olabilir değil mi? Hem alışkanlıklar vazgeçilmek içindir. "İbnelikten değil de, belki bu kürekten vazgeçer. Benim de; bir hayrım olur mahallenin abaza götçülerüne" diye düşünüp, oradan sessizce sıvıştım. Ödeştik gibi gelmişti o an.


Küreği metal kapının demir parmaklıkları arasından geçirdim. Kendimse tırmanmak zorunda kaldım, sığamazdım o boşluklardan. Küreğe imrendim ama sadece bu boşluklardan geçmesi ile ilgili olan kısmı ile ilgili olarak, yoksa; bahçıvanın götü aklıma bile gelmedi...


Ağacın yanına döndüm. Toprağa batırdım küreği. Dallarını salladı. Köpek hırladı. Ben küfür ettim. Ama yılmadım, söktüm kökünden. Az ötede mavi bir plastik çöp kovası vardı. Koşup onu tekmeledim. devrildi. Sora tuttum, içini yere boşalttım. Ağacı içine koydum. Çevresine toprak attım. Eve yollandım. Geçerken küreği okulun içine attım. O azgın ibneye kıyamadığımdan değil tabii! Gene borçlanmış olsun diye bana. Dediğim gibi; iki soğuk biranın yanında bir kıçı kırık küreğin ne kıymeti olabilir?
 "Hala iki bira alacağım var senden!" diye bağırıp yoluma devam ettim.


Eve geldik kapıyı açtım. İçeri gidim. Arkada ki, kullanmadığım o odanın balkonuna çıktım. Yerinden kalkmış bir seramiği itekledim ayağımla. İnce bir beton zemin göründü. Çöp bidonundaki çiçeği yere bırakıp bir çekiç buldum. Betonu kırdım. Toprak gözüktü. "Keşke küreği geri atmasaydım" dedim. Çok geçti. İmkanı yok bir daha gidemezdim oraya... Köpeğe baktım. Salağın tekiydi. Bu salak için bu kadar uğraşmak bile fazlaydı. Ama kafaya takmıştım bir kere. Duramadım.
Bir kaşık aldım mutfak lavabosundan. Toprağı yarım metre kadar kazdım onunla. Dibini de genişlettim. Hapishaneden kaçmak için tünel kazan mahkumlara benzettim kendimi. Güldüm. Terimi sildim. Bir bira diktim kafaya. Çalışmak; ayık kafayla çekilir dert değildi!
Ağacı çöp bidonundan çıkarıp, deliğe koydum. Üstüne de bidondaki toprağı döktüm. Bidonu da fırlatıp balkonun en ucuna salladım. Olmuştu. Ağaç buradaydı. "İşte tuvaletin" dedim. Hırladı. Bende ona hırladım. Sonra hem barışmak hem de kutlama yapmak için yere biraz bira döktüm. İki dil darbesiyle mideye indirdi. Bir ortak noktamız daha! Yeni tuvaletine şöyle bir baktı. Sonra gitti, balkonun öbür ucunda yerde duran mavi bidonun yanına; bacağını kaldırdı ve işedi. Yetinmedi sıçtı...
Şaşkın ve öfkeliydim. Onca uğraşım boşa gitmişti! Üstelik az kalsın kıçı kırık bir kürek yüzünden iki soğuk biradan olacaktım. İyi ki küreği geri atmışım...
Aklıma gelen tüm küfürleri salladım. Oralı olmadı.
Sonra düşündüm. Hak verir gibi oldum hayvana. Zorlamaya gelemiyordu belli ki. Aynı benim gibi diye düşündüm. "Sevdim aslında bu iti!"
Ama genede sinirim tam geçmemişti.
Bir gün, bir kedi bulduğumda, onu siktir edeceğim yönünde bir tehdit savurdum. Bir bira aldım mutfaktan ve sonra salona geçtim.
Elime geçen ilk karalanabilir kağıt parçasına da "Pisleyeceğin yeri kendin seçmelisin" yazıp, biramı fondip yaptım.


Murat IŞIK