ÜÇÜNCÜ TÜRDEN YAKINLAŞMALAR 1. BÖLÜM (İLK TANIŞMA)
Çok sık okuma geceleri düzenlerdik üniversitedeyken. Geceleri yaşadığımızdan olsa gerek mumlara tutkuluyduk. Bağımlılığımızın izleri olan bitmiş şişelerin her birinin üzerinde bir mum erimeye gebeydi.
Amcamın evinden yürütülmüş ahşap bir barımız vardı. El yapımıydı. Üç adet yüksek bar sandalyesi vardı. Ben barın içinde yani servis tezgahı ile, kadehlerin durduğu ve duvara monteli arka kısım arasında, içki servisi yapardım. Peçetelerin ve diğer şeylerin durması gereken ara bölümde, sayfalarca şiir ve bazı üstadların kitapları olurdu. Benim yazmış olduğum her sayfa da bir şişe veya bir bardağın tabanının izleri olurdu. İçinde her ne içilmişse onun renginde izler. Bir imza gibi ama bir ruj lekesi kadar manidar...
Şanslı olduğumuz zamanlarda bazen bir gitar bazen bir saz eşlik ederdi bize. Her tür müziğe açık bir yapımız vardı. Barın uzağında kalanlar bir yer sofrasının başında bir ucu bara doğru açık olmak üzere hilal şeklinde dizili otururlardı. Belli bir sayımız yoktu ve davet şartı aranmazdı. Sözlere ve müziğe tutkulu herkesin bildiği bir evdi...
Böyle gecelerden birinde, soğuk bir kış günü, kar tüm ihtişamı yağıp yolları kapatmışken, kapı çaldı. Elinde şaraplarıyla üç kişi kapıda duruyordu. Bir tanesi okuldandı. Diğerlerini tanımıyordum. "Hadi gelin" diyip salona yöneldim. "Işık için kusura bakmayın" dedim yürürken.
Salondan hoş bir aydınlık holü aydınlatıyor fakat kapı girişine kadar yetişmiyordu. Salona gittiğimde şarkı son dörtlüğündeydi.
"Baba ben derviş miyem?
Hırkamı giymiş miyem?
Ben sevdim eller aldı.
Baba ben ölmüş müyem?"
Bu türküyü Cem Karaca sitili ile söylerim ben. Böyle kelimeleri yaya yaya. Sesli harflerin üzerine daha bir basarak. Sonuna yetiştiğim bu kısmı, ben söylerken insanlar susup dinlediler. O sırada içeri girdiler yeni gelenler. Kimse kımıldamadı. Geleni karşılamak gibi bir adetimiz yoktu. Gelenin hemen adapte olması için zaten buradaymış gibi davranırdık. Ben bu kısmı bitirince gelenlerden tanımadığım ikisi aynı anda "Oy lümüne, lümüne. Can lümüne, lümüne" diye benim sevdiğim Karaca versiyonun da olduğu gibi, ilave kapanışı yapmaya başladılar parçaya. Sarı saçlı olan bu sırada şişeleri bana uzattı. Hoşuma gitmişti. Şarkıyı söylüyor olmasından dolayı sadece kafamı hafifçe eğerek ve gözlerimi gözlerinden ayırmaksızın teşekkür etmiş oldum. Şarkının bu ek kısmı da bittiğinde bir arkadaşım "O halde" diyerek elindeki kitabın bir sayfasını açıp ilk önüne gelen şiiri okumaya başladı. Ümit Yaşar' ın satırları yankılandı her duvardan bir ağıt gibi...
"6 Haziran 1973
Pırıl pırıl bir yaz günüydü
Aydınlıktı, güzeldi dünya
Bir adam düştü o gün Galata Kulesi'nden
Kendini bir anda bıraktı boşluğa
Ömrünün baharında
Bütün umutlarıyla birlikte
Paramparça oldu
Bir adam düştü Galata Kulesi'nden
Bu adam benim oğlumdu
Gencecikti Vedat
Işıl ışıldı gözleri
İçi
Bütün insanlar için sevgiyle doluydu
Çıktı apansız o dönülmez yolculuğa
Kendini bir anda bıraktı boşluğa
Söndü güneş, karardı yeryüzü bütün
Zaman durdu
Bir adam düştü Galata Kulesinden
Bu adam benim oğlumdu
"Açarken ufkunda güller alevden"
Çıktı, her günkü gibi gülerek evden
Kimseye belli etmedi içindeki yangını
Yürüdü, kendinden emin
Sonsuzluğa doğru
Galata Kulesinde bekliyordu ecel
Bir fincan kahve, bir kadeh konyak
Ölüm yolcusunun son arzusuydu bu
Bir adam düştü Galata Kulesi'nden
Bu adam benim oğlumdu
Küçücüktü bir zaman
Kucağıma alır ninniler söylerdim ona
Uyu oğlum, uyu oğlum, ninni
Bir daha uyanmamak üzere uyudu Vedat
6 Haziran 1973
Galata Kulesi'nden bir adam attı kendini
Bu nankör insanlara
Bu kalleş dünyaya inat
Şimdi yine bir ninni söylüyorum ona
"Uyan oğlum, uyan oğlum, uyan Vedat"
Şiir bittiğinde hepimizde bir hüzün vardı. Söz ölüme kadar gelmişse, tam zamanıdır "Sessiz Geminin". Gitar başlarken tıngırdamaya yeni gelenlerden esmer olan aniden şiire girdi. Diğerleri arkadan şarkı hali ile eşlik ettiler ona. Onları sevmiştim. Çabuk ısınmışlardı ortama ve adabı biliyorlardı.
"Birçok giden,
Memnun ki yerinden,
Çok seneler geçti,
Çok seneler geçti;
Dönen yok seferinden"
"Amma hüzünlendik." "Hadi dağıtalım kafaları" dedi biri. Kaldırdı kadehini. İlk orada "hoş geldiniz" dendi ama gelenlere değil sadece; orada olanlara da. Bende bardan çıkıp yanlarına gittim. Kadehlerimizi tokuşturup sohbete başladık bir süre. Evin ve ortamın hoşluğuna gönderme yaptı esmer olan. Teşekkür ettim. İlk defa o an dikkatlice yüzlerine baktım. İkiside hoştu ama sarışın olan kıskanılacak derecede yakışıklıydı. Esmer olan bir erkek için fazla bakımlıydı. Yüzünde bir matlık vardı. Fondoten sürmüştü sanki.
Elimde olmadan insanları çok detaylı incelerim ben. Konuşurlarken, gülerlerken, hallerine bakarım. Önsezilerim güçlüdür. Bazen önseziden daha çok ön yargılı gibi gözükürüm. Ama bunu kabul etmem, çünkü pek az yanılırım.
Beş dakika izledikten sonra gelenlerin efemine hareketleri dikkatimi çekti. Ama itici değillerdi. Kızlar muhtemelen hemen fark etmişlerdir ama diğer erkeklerin çok dikkatini çektiğinden emin değilim. Samimi buldukları bir ortamda rahat hareket edebilmeleri hoşuma gitmişti. Hem öz güvenleri hemde bize karşı güvenleri keyif vericiydi.
"Gay" misiniz diye soruverdim. Kaba değildim ama. Yüzümde anlayışlı bir gülümseme vardı.
Sarışın olan yüz ifademi görünce gülümsedi. Kibarca biseksüel olduğunu söyledi. Esmer olan gözlerini bana dikmiş halde durdu. Benden değildi sanırım tedirginliği. Gözlerini çekmeden. "Evet" dedi.
Kimse yadırgamadı. Sadece kızlardan biri elini tuttu ve fondoteninin markasını sordu. Gülüştüler. Şimdi gerçekten tanışmıştık...
Gece boyunca okunan şiirlerin neredeyse tamamına eşlik etti sarışın olan. Esmer olanın uzmanlık alanı ise şarkılardı. Gay' lere has bir güzellikteydi sesi. Özellikle söz konusu olan Türk Sanat Musikisi olduğunda sadece onu dinlemek için sustuğumuz oluyordu.
Gecenin bir yerinde aşkla ilgili konuşmalar yapılırken herkes aklına gelen bir cümleyi söylemeye başladı. Tamamı kendimize ait cümlelerden kocaman bir şiir çıkmıştı ortaya. Çok yaratıcı cümleler, alkış aldı. Aklımda esmer olan adamın söylediği bir cümle kalmıştır. "Aşk bir huzur değil huzursuzluktur bizim için. Normal olan sizlerin aksine biz aşkı zor bulduğumuz için sancılanır; Bulunca da kaybetmemek üzere hep huzursuzlanırız. Sizlerin aksine fazlaca kıymet bilir bu sebeple de fazlaca acırız."
Onu anlamak istedim ama empati yeteneğim yoktu... Gece boyu anlatılan aşklar ve acılarla ilgili bazı şeyleri not aldım. Üzerlerine yazacak çok şeyim vardı. Bir başka gece kendi satırlarımızla bu konuya devam edeceğimiz üzerine sözleştik. Sarışın olan giderken, "Bir sonraki sefer bizde olsun. Ama hafta sonuna denk getirelim. Size yemek yapmak isterim" dedi. Memnuniyet ifadesi ile gülümsedim...
Murat IŞIK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder