28 Şubat 2013 Perşembe

Kış Öfkesi

Sıkıldım kış mevsiminden...


Sokaklarda sürtmek istiyorum artık sıcak yaz akşamlarında.
Kafam güzel,
Ceket cebimde bir yedek bira;
Yoksunluk nöbetleri için saklanmış.

Bir köşe başında sızasım var.
Gelip geçenler bozukluklar atsalar başımdan aşağıya...
Bir kedi yamacıma gelip sığınsa;
Kalabalıktan,
Issıza...
Ayağımla iteklesem onu,
Tıslasa;
Siklemesem!

Bir bara girip,
İçip içip;
Para ödemeyi reddetsem.
Ağzımı yüzümü dağıtıp atsalar mutfak kapısından, çöplerin arasına;
Bir kuşluk vakti...

Ayılıp;
Boktan bir süs havuzunun suyunda kanlarımdan arınsam;
Sevsem acılarımı,
Hoşnut olsam!

Bir kadına teslim etsem bedenimi.
Yalayarak iyileştirse yaralarımı...
Sevişsek.
Üşümesek mesela!
Örtünmeksizin,
Çırılçıplak uyusak.

Sıkıldım kış mevsiminden.
Bi siktirse gitse artık!



Murat IŞIK

27 Şubat 2013 Çarşamba

Körlük Aldanması (Serbest Saçmalamalar Ekleme)

Zifiri bir karanlıkta el yordamıyla gezinmektir aşk. Dokunarak tanımaktır yüzleri. Ve yüzsüzler, çok yüzlülerden daha merttir...

Murat IŞIK

23 Şubat 2013 Cumartesi

Nöbet

Durmuş kalabalığın ortasında, çevresindekilere aldırış etmeksizin bağıra çağıra o şarkıyı söylüyor. İğrenç bir sesi var!
İnsanlar, bir koruma kalkanı varmışcasına; hafifçe açılarak geçiyor etrafından. Her birinin gözlerine bakıyor. Onlar utanıyorlar, o utanmıyor...
Bir kıza takılıyor gözleri. Kız durmuş köşe başında, onu seyrediyor. Simsiyah bir makyajı var. Gözleri bir yıldız gibi parlıyor sokak lambasının illüzyonuyla. Dudaklarına bakıyor; tanıdık kelimeler dökülüyor kızınkilerden. Birlikte şarkıyı söylüyorlar kalabalıkların arasında.
Birden sıkılıyor içi. Birinin keyfine ortak olmasını sevmiyor. Yalnızlığına tecavüz ediliyor sanki. Ve sanki, umarsızlığının ırzına geçiliyor.
Umursuyor o an!
Nefret doluyor içine. Kıza doğru yürüyüp kolundan tutuyor. "Siktir git!" diye bağırıyor. "Beni rahat bırak."
Kızın dudaklarında kahpece bir gülümseme. Gözleri kırmızılaşıyor. Yüzüne karanlık çöküyor. Tanıyor onu çocuk aynalardan! Korkup iki adım geriliyor. "Nasıl!" diyor sadece.
Kız melodiyi bir ıslığa dönüştürüyor. Arkasını dönüp uzaklaşıyor. Ama o uzaklaştıkça, ses; gittikçe yakınlaşıyor. Şiddeti artıyor. Kulaklarını kapıyor çocuk. Avazı çıktığı kadar bağırıyor. Yetmiyor!
Bir deprem uğultusu kaplıyor her yanı. Tüm camları titriyor İstiklalin...
Sonra aniden sesler kesiliyor. Hepsi birden!
Gözlerini açıyor çocuk. Kimse yok ortalıkta. Kalbi durmuş gibi şehrin! Rüzgarın sesi yok. Kedilerin, martıların, denizin!
Şarkıyı mırıldanıyor... Nafile! Kendi sesi de kaybolmuş tüm diğerleriyle birlikte.
Bedeni düşüyor aklına. Koşup bir vitrinde aksini arıyor. Hiçlik var; onun olması gerektiği yerde. O zaman anlıyor bir nöbetin içinde olduğunu. Basıyor kahkahayı. Ve tüm olanları siktir ediyor.
Bir kez daha içinden şarkıyı mırıldanmayı deniyor bağıra çağıra. Sesi daha doğmadan ölüyor. Ama o; umursamaksızın devam ediyor anını yaşamaya...

Murat IŞIK  

6 Şubat 2013 Çarşamba

Borcum Ne Kadar (Üçlemenin Tamamı)

Barın kapısında durdu. Elindeki kaska baktı. İçinde bir kağıt vardı. Kağıdı aldı eline. Ancak o zaman hatırladı nereden geldiğini. Yazılar anlamsızdı. Okunmamak üzere yazılmıştı diğer tüm beyaz yakalı yazılar gibi.
İçinde kendi lisanına aşina olmayan harfi aradı. Bir X!
Durduğu yerden geri döndü ani bir hareketle. O anda arkasından geçen iki kızdan, solda yürüyene çarptı. "Pardon" deyip kızın koluna dokundu avuç içiyle. Kız gülümsedi. "Önemli değil" dedi.
Kızların yürüdüğü yönün tersi istikametine yöneldi. Arkasından gülüştüklerini duydu. Gururu okşandı ama dönüp bakmadı.
Sıralanmış eczanelerin ilk ikisini pas geçti. Üçüncü eczaneden içeri girdi. Burası diğer ikisine göre daha küçüktü, fakat daha güzel dizayn edilmişti. Estetik kaygısı bir kez daha diğer ihtiyaçlarının önündeydi. O anda anladı ilaç saatinin geldiğini.
Elindeki reçeteyi tezgahın arkasındaki kadına uzattı. Kadın kağıdı aldı. Çok ciddi bir ifadesi vardı. Gözlüklerini düzeltip, okumaya başladı. Çocuk sadece başıyla onayladı. Yalandan bir onaylama... Okuma yazması yok gibi hissetmişti kendini o kağıda baktığında. Bir tanesi hariç, diğer yazanlar için bu kadına güvenmek zorunda hissetti kendini. Başka bir çaresi olmadığını kabullenmez bir halde. Kadının dolaplardan ilaçları çıkarıp bir torbaya doldururken ki zarafetini izledi. Kadın ona torbayı uzattı. "Buyrun" dedi. Çocuk, elini cebine atıp para çıkarttı. Önemsemeksizin verdi ve gene önemsemeksizin aldığı para üstünü saymadan cebine koydu. Eczaneden çıkıp içgüdüsel olarak sola döndü. 
Kendini barın kapısında buldu yeniden. Arada geçen zamanı hatırlayamadı. Işınlanmış gibi hissetti kendini. Sandığından daha kötü bir halde miydi acaba? 
Kapıyı açmadan önce motoruna baktı son bir kez. Kapıyı açarken ruhunu sakin konumuna geçirdi...


Barmen kapıya bakıp gülümsedi. Mavi bezi lavaboya atıp, ellerini havaya kaldırdı.

- Abi unutmuşum hem çarşamba olduğunu, hem de o çarşamba olduğunu. Sende gelmesen zaman kavramımı hepten yitireceğim.

Sadece gülümsedi çocuk. Yüksek tabureyi biraz yaklaştırıp dirseklerini bara dayadı ve saçını düzeltti iki eliyle.

- Hoş bulduk üstad.

- Abi hemen senin emanetten aldırayım. Çömez nerdesin oğlum?  

Mutfağın metalik kapısından fırladı çocuk. Bardaki adamı görünce gözleri parladı. "Hoş geldin abi" deyip saygıyla başını eğdi. Soru sormadan barmenden parayı alıp ne yapacağını çok iyi bilir bir eda ile çıktı mekandan.

- Sen gidince hep seni çekiştiriyor bu. Hayran sana! Bana da hayrandır ama sen gelince papucumuz dama atılıyor.

- Alışmıştır senin yüzüne. Beni arada görüyor ya... Ondandır.

- Olabilir abi. Doktordan ne haber?

- Hiç! Aynı bok işte. İçme, sıçma, yatma...

- Onlar senden benden arızalı zaten abi. Ezberlemişler iki cümle; herkese aynı muamele.

O sırada çömez elinde bir torbayla içeri girdi. Çocuğun yanına geldi. Torbadan bir şişe çıkartıp, cebinden çıkardığı mendille iyice sildi. Kapağını ani bir hareketle çevirerek açtı ve yine ani bir hareketle üzerinde barın adı işli bir bardak altlığını eliyle itip, tam çocuğun önünde şişeyi üzerine oturttu. Çalışılmış bir gösteri gibi.

Bastı kahkahayı çocuk.

- Eee olmuş bu!!! 

- Ne olmak hemde!!! dedi barmen.

Ufaklığa bakıp, güldüler bir süre.

Çömez mahçup bir halde, diğer şişeleri barın içine götürdü. Dolabın içine değil; üstüne dizdi. Soğuk sevmezdi çocuk. Hepsi bilirdi bunu. O sırada barmene; "Bitene kadar devam" dedi. "Sorma bile" Sonra elini cebine atıp çömezi çağırdı. "Sağol paşa" diyerek bir miktar para tutuşturdu eline.
Gene kafasıyla bir selam verdi çocuk ve parayı bakmadan cebine koydu. Ama tam içine doğru itmedi ucunda bıraktı. Sanki ilk müsait anında çıkartıp kontrol etmek istermiş gibi.

 "Hadi bakalım" dedi barmen çömeze, abine sevdiği peynirlerden şık bir tabak yap. Ustaya da söyle "kırmızı şöleni" diye; O anlar.

Elini torbaya daldırıp ilaçlardan iki tane çıkardı çocuk. Şişeye baktı şöyle bir... Ne kadar zarif olduğunu düşündü. Altın renginin üzerinde elini gezdirip; silinmekten kurtulmuş birkaç damlayı birbiriyle birleştirdi. Sonra elindeki ilaçları attı ağzına, bir yudumla yuttu. Barmene dönüp;

- Ne oldu uzun boylu olan? Aradı mı?

- Aradı.

- Ne dedin?

- Soğuk konuşup kapadım.

- Götün kalktı yani?

- Öyle değilde. Fazla naz aşık usandırıyor abi bilirsin...

- Pek bilmem... Hem o naz yaparken; sen tutarsız bir takipteydin ve pekte usanmış gözükmüyordun.

- İşte sonra usandım(!)

- Hımm. Kim öbürü?

- Hangisi?

- Öbürü işte. Bir kadının kusurlarını ancak bir başkası görünür kılar.

- Yuh abi ya...

Bu uzunsa o muhtemelen orta boyludur ama mutlaka uzun saçlıdır. Tahminimce de esmer.

- Harbi yuh ama...

- Dur daha. Renkli gözlü ama lens sadece sen daha tam fark edemedin.

- Lens mi abi onlar?

- Ne bileyim oğlum ben! Belki de gerçektir. Beni ilgilendiren kısmı renkli gözleri olup olmadığıydı.

- Hayat dolu be abi. O kadar güzel ve gerçek ki...

- Erkek gibi rahat hareketleri falan var muhtemelen. Sevdin sen tabii. Dobra geldi. O sahte zariflikten sonra.

- Sen burada mıydın o gece de ben görmedim seni? Bu ne ya abi? Şaka mı? Nerden biliyorsun her şeyi?

- Yok be oğlum! Kaç çeşit kadın var ki zaten? Ve hangi kadın bir başkasını unutturacak enerjiye sahip. Elindekini biliyordum. Muhtemelen zıttı çeker seni diye düşündüm. Bunca zamandır gelir giderim. Beğendiğin kızlara içki verirken normalin aksine sol elini kullanıp sağ elini arkaya saklarsın. Yani illüzyon değil benimkisi. Seni izledim. Nasıl kadınlardan etkilendiğini biliyorum o kadar...

- Peki abi bir soru; Kızın sevgilisi var mı? Alaycı sormuştu.

- Var. Yaşça biraz daha büyük. Yakışıklı. Fakat hayata biraz kapalı. Kızdaki o fazla enerji o gece eski arkadaşlarıyla yeniden buluşmasının verdiği enerjidir muhtemelen. Herkesin içkilerini, sürekli kızın gelip alması senden hoşlandığından değil; çocukla beraber yaşıyor olmasından! Alışkanlık yani! Kafası güzel olunca seni beğendi. Haklı kız! Hem hoşsun hem salak. Bedava içki yani... Son bir şey daha. Bir kere yatarsınız belki ama; sonra hayatında gördüğün en hızlı giyinen kadına, "görüşürüz" derken bulursun kendini. Üstelik sen ikinci bir cümle kuramadan kapı sesi çoktan duyulmuş olur.

Barmen hüzünle gülümsedi. "Yok artık" dedi içinden. Korktu. Konu değişsin istedi. Dönüp, çaylağa seslendi. "Nerede kaldı peynirler?"
Metal kapı açıldı yeniden. Bu çocuk hep kapının tam arkasında bekliyordu sanki, bizi dinliyormuş gibi çaktırmadan diye düşündü çocuk.

Çömez, barmene dönüp; "Abi, usta kırmızı şöleni duyunca özendi biraz. Çok severim o arkadaşı" deyip kendi başladı hazırlamaya.
Sonra sesini biraz alçaltıp, öne doğru iki adım atıp, sol eliyle kapıyı yarı kapalı halde tuttu. Sağ eliyle de ağzının sol yanını kaqpatarak, ustanın sanki dudaklarını okumasından çekinircesine;  "Malum sanat yaparken yavaş ve özenli davranır" dedi alçak sesle ve güldü.

Barmen de, çocuk ta gülerek karşılık verdiler.

Ustayı ilk geldiğinde tanımıştı çocuk. Sol kolundaki motosiklet dövmesi çekmişti dikkatini. Laf atmıştı ustaya. Sonra sabaha kadar, yemeklerin ötesine geçen yaşantısını dinlemişti. Onun iki tekerlekli özgürlüğünde edindiği deneyimlerden, içerideki mutfağın her gün farklı bir ülkenin kokusuna büründüğü izlenimi uyanmıştı çocukta. Haksız olmadığını zaman içinde daha iyi anlamıştı.
  
- Abi gördün mü? Usta seni duyunca ipleri ele almış mutfakta. Çömez, abine bir altılı çöz bakalım hemen.

"Hemen abi" derken çoktan dış kapının kolunu itmişti bile.

Yapacak bir şey yoktu. Özlenmişti. Seviliyordu. Dedesinin bir sözünü hatırladı. "Sevildiğin yerde sevil aslanım." Öyle de yaptı.
   
- Usta nasıl peki?

- Pek iyi değil abi. Gelsin sana anlatır zaten özlemiştir.

- Sağlık konusu mu?

- "Hayatım sikildi bu şehirde!" diyip duruyor. Anlamıyorum ki sağlıktan mı başka bir şey mi?

- Bilirim... Bazıları bizim gibidir oğlum. Ruhumuz orospudur bizim. Durduğu yerde duramaz. Oğlu buldu mu peki izini?

- Abi kendi anlatsın. Malum ben katılmadığım konuları tarafsız anlatamıyorum. Bir olaylar oldu ama benim istemediğim şekillerde! O yüzden sorma bana.

- Gerek kalmadı zaten. Ben anladım gibi. Siktir ya! Tatsız olmuş. Ama gerektiği gibi de olmuş bir diğer açıdan!

- Yapma abi. Anladıysan destek verme bari şuna. Ruhsuz musunuz anlamadım ki? Nasıl böyle düşünüyorsunuz?

- Öyle değil oğlum hayat. Film değil. Sen anlama ama bazılarımız böyleyiz. Az da değiliz hani. Sıradan denecek kadar kalabalığız artık...

Çömez elinde yeni bir torbayla geri geldi. Aynı seremoniyi tekrarladı. Buzdolabının üstüne dizdi yine hepsini. Başıyla selamını verip metal kapının ardında yok oldu.
Biraz sessizce düşündüler ikisi de. Kendi kendilerine bir şeyler söyler gibi dudaklarını oynatarak.

Barmen aniden dönüp;

- Hani bir Özgür vardı. Sürekli gelirdi. Barın en ucunda otururdu hatırladın mı?

- Hatırlayamadım.

- Hani "Senin adını yanlış koymuşlar. Baskı altına almış bu isim seni. Şimdi prangalı gibi geziyorsun küçük adımlarla" demiştin de; o da gelip senin yanına oturmuştu öyle tanışmıştınız.

- Şimdi hatırladım. Kendi halinde sorunlu bir çocuktu.

- Hah! Sorunlarını çözdü o abi. Atladı terasından.

- Hadi be!

- Aynen abi.

- Süpermiş. İlk defa adını yaşamış işte fena mı. Özgürrr.

- Öldü be abi sonunda; Ne adı.

- Nasıl öldüğü önemlidir bir adamın. Yakışır ölmüş. Yakışır yaşayamasa da... Çok zengindi üstelik o değil mi.

- Evet abi. Zaten iyi bir miktar parayla atlamış.

- Anlat bakayım şunu...

- Şaka değil abi. Önce bir çanta dolusu parayı açmış. Böyle savrulmuş ortalığa. İnsanlar görünce çığlık atıp ellerini açmışlar. Derken, o para bulutunun arasından bir külçe altın gibi geçip elleri açık bekleyenlerin arasına çakılmış. Öyle anlattılar yani.

- Vay be. Güzel değil mi şimdi bu. Afferim adama... Tapılmak gibi!

O sırada metal kapı açıldı. İçeriden bir tepsinin içinde farklı farklı meze tabaklarını itina ile tutmuş usta göründü. Saçları kır ve uzundu.
Herkes ayağa kalktı.

- "Kırmızı Şölen" dediklerinde anladım.

Kahkahalar sokağa taştı. Elindeki tepsiyi çömeze verip. Kocaman sarıldı çocuğa.

- Nerdesin be çocuk?

- Burdayım usta. Geldim.

- Bak... diyerek sağ kolunu kaldırdı biraz havaya.

Çocuk motosiklet dövmesini gösteriyor sandı ama kolunun iç tarafını çevirdi usta. Bir yelkenli... 

- Bunu senin için yaptırdım...

Çocuk bir daha sarıldı ustaya.

- Ne komik adamsın be usta.

"Bir sürprizim daha var" dedi çocuğa. Çömeze eliyle bir işaret yaptı. Hafif bir ses doldu içeriye. Denizin ve dalgaların sesi. Martı çığlıkları. Çocuk kendini Rumeli Fenerindeki kalenin kayalık yamacında hissetti. İyot kokusunu, rüzgarın saçına dokunuşunu hissetti. Ustanın koluna çizili yelkenlinin, hayata gelip; Karadeniz' den Marmara' ya seyredişini canlandırdı kafasında.

- Bu şiir senin bana hediyendi diyerek okumaya başladı usta.

ŞARAP GİBİ

Tam zamanında olmalı herşey;
Tam da yerinde olmalısın.
Denizin üzerinde rüzgarla seyrederken,
Martılar peşinden geliyor olmalı.
Yavaş yavaş tadmalısın o an şarabı.
Ağzında ısıtmalısın.
Zamanla önce tatlanıp mayhoşlaşmalı ağzında.
Sonra dudaklarının kenarından bir damla kırmızılık akmalı.
Sense,
Gözlerini kapamalı.
Dalmalısın.
Görenler, öldüğünü sanmalı.
Oysa sen zevki tatmakta olmalısın...

Bir alkış koptu mekanda. Bardan uzaktaki masalar ustayı ayakta alkışladılar. Usta eğilip bir eli önde, diğeri arkada tam belinde, selam verdi bu birkaç kişilik kalabalığa.

"O halde devam edelim" dedi çocuk.

Barmen hemen bir kağıt kalem aldı.
Çömez çocuğa doğru iki üç adım yaklaştı.
Usta meze tepsisindeki bir kadehi aldı eline...

Tam zamanında olmalı her şey;
Tam da yerinde yaşamalısın.
Denizin üzerinde aldığın keyfi,
Olmadığında da yaşamanın çözümüne ulaşmış olmasın.

Ve şarap gibi,
Yavaş yavaş tadmalısın hayatı!
Zaman içinde olgunlaşmalı;
Günün geldiğinde ölümü tutkuyla karşılamalısın.

Sonra;
Dudaklarının kenarından bir kırmızılık akmalı.
Görenler, bu sefer öldüğünü anlamalı.
Oysa sen yeni bir zevke atılmakta olmalısın...

Önce unutulacak,
Bir zaman sonra bir şiirinle hatırlanacaksın.
Hatırlandığın o an;
İnsanlar zevklerine ortak olmalı.

Oysa sen;
Onların yeni yeni tadmaya başladığı bu zevkin,
Doruklarına tırmanmış olmalısın!

Alkışlar koptu yeniden. Çocuk ustanın selamı ile selamladı herkesi.
Barmen yazmaktan yorgun düşmüştü.
Ustanın dudaklarında saygı ve sevgi içeren bir gülümseme barınıyordu.
Çömezin gözleri nemliydi.

"Hoş geldin gençliğim" dedi usta.
"Hoş bulduk" dedi çocuk.

Bara oturdu usta, çocuğun yanına. Bir parça eski kaşar peyniri kesti. Bıçağın ucuna batırıp uzattı çocuğa. Çocuk çekincesiz dudaklarının arasına aldı bıçakla peyniri. Peyniri tutup, bıçaktan çekti dudaklarını. Şişesinin yerinde, bir kadeh duruyordu artık. İlk yudumu peyniri eritmek için kullandı. Sonra ustaya dönüp "Geride bırakabilmiş olmaya..." dedi. Gülümsediler. Bir yudum daha aldılar içkilerinden...

- Nasılsın usta?

Elini hafifçe omuzuna koydu ustanın. Nazikçe sevdi. Yüzündeki izlere daldı bir süre. Ayrılıp kesişen yollar gibiydiler. Hayatta her verilmiş karar için bir çizik...

- Ağırım be çocuk. Bir ton pamuk kadar ağır. Hem bir de naifim, bir de kırılgan... Destek versen gücün yetmez kaldırmaya da, üflesen dağılırım.
- Bilsem ki dağılacaksın üflerim usta. Umurumda olmaz bilirsin. Senin yolun gelmiş. Gel bu gece çözelim bu işi. Ben üfleyeyim, sen tane tane kop öbeğinden. Bir yerde toplanırız...

- Bu şehir adamı hem alttan çekiyor hem üstten basıyor. Arayı tutturabilecek miyiz dersin sıvışmak için?

Barmen bir yandan içkileri hazırlıyor bir yandan dinliyor, arada; kafasını üstteki ışığa dikip düşünüyor; sonra bir anda kalemi alıp bir şeyler karalıyordu.
Çömez, ustasının yanında, hayran hayran izliyordu çocukla adamın buğulu seslerle yaşattıkları anlaşılmaz metinleri.

- Senin oğlan usta! Gelmiş diye duydum. Bulmuş seni.

- Geldi...

İç çekti usta.

- Ahhh. Şu kapıdan girmiş içeri. Oturmuş bara. Dur bak bu anlatsın sonrasını ben içerdeydim.

Barmen sanki bu anı bekler gibi hemen girdi konuya.

- Akşam yeni olmuştu. Hazırlık yapıyorduk. Biri girdi abi içeri. Böyle uzun boylu. Ustadan genişti omuzları. Aynı usta gibi hafif paytak adımlar atıyordu.

"Yol yapmadan anlatacaksan anlat" dedi usta. Kaşları çatıktı.

Barmen tersçe baktı ustaya, "neyse" der gibi başını çevirip, devam etti.

- Müşteri sandım önce. Ama abi görsen, aynı ustanın gözleri. Pardon usta ama; nasıl tarif edeyim ki başka?

Söylendi usta, içine haykıran bir sesle. Diğerleri duymadı ama kafasını iki yana sallamasından anladılar. Barmen devam etti.

"Buyrun" dedim ben. 
"Bir duble rakı" dedi ama, bana bakmadı söylerken. Çevreyi inceliyordu. Rakıyı koydum. Başka bir isteği var mı diye sordum.
"Bir de babamı çağır" dedi.

- O an anladım. Sormadım bile senin baban kim. Adı ne diye. Büyülenmiş gibi gidip ustanın yanına...

- Öyle geldi bu. Suratında bir beyazlık, bir meymenetsizlik ve boktan bir ifadesizlikle... "Ne var lan" dedim. "Sevgilin mi geldi yeni pezevengiyle ne bu hal!" Gülüyorum tabii ne bileyim ben. Bu şaşkın da "Senin oğlan... İçeride usta!" dedi... Dondum çocuk. Sen ol istedim gelen. Ama değildin; biliyordum da üstelik. Önlüğümü çıkartıp gittim...

Durdu usta. Bir yudum çekti kadehinden biraz kendisiyle konuştu. Sonra daldı bir yerlere...

- Sonra usta?

Usta irkildi bir anda. Çok derinlere gitmişti belli ki.

- Sonrası çocuk. Anlar geldi aklıma. Bunu terkederken öpmemiştim ya ben o geldi. Her şeyi fısıldamıştım kulağına. Ama öpmemiştim. Küçüktü. Unutmuş demek. Yeniden söylemek gerekti. Taa en baştan. Koca adam olmuş be evlat! Öylece dinledi.

- Her şeyi mi usta?

- Her şeyi evlat. Fısıldadıklarımın üzerine eklenenleri bile!  Canı acımıştır bu defa...

- Kadın ne olmuş?

- Bilmem sormadım.

- Ağladı mı?

- Öfkeden; bir iki damla arada. Hani böyle karmaşa anı gibi. Ayrılık gibi işte... Duyguları şaştı tabii. Aman be çocuk! Ne işin var değil mi? Sana anlatılmıştır defalarca.

- Kendi duymak istedi be usta. Hepimiz ağzımız yanarak öğrendik ya her şeyi. Dinledin mi bir Allahın kulunu, kontağı çevirdiğin o ilk an? O neden yapsın? Bence iyi oldu usta. Senin yaptığın da onun yaptığı da!

"Bunun yanında deme, saldıracak birazdan bize" diyerek; barmeni işaret etti kafasıyla ve güldü.

- Şimdi elin adamını düşünme vakti değil! Sen yeterince kapatabildin mi konuyu ondan haber ver bana.

Barmen atladı. "Abi! Elin adamı dediğin, adamın oğlu."

- Ne oğlu lan! Adam istedi mi bu oğlu. Ta en başından o orospunun oyunu değil miydi? Bu oyunu bozmak için bir yola girmedi mi bu adam? Şimdi bizim gibi iki sümüklü taze dedi diye kendine yaşanmış koca bir ömrü çöpe mi atacak sanıyorsun usta? Bak dostum; söz konusu kendinsen gerisi teferruattır. Usta böyle yaşadı... Pişmansa da bu gece; kendi diyecek bize! Öyle dogmalarımızla, şablonlarımızla konuşacak adam değil o.

Sonra ustaya döndü çocuk.

- Söyle usta. Pişmanım de pişmansan. Rahatla be usta. Başka nasıl sıvışacağız aradan?

- Ne pişmanlığı be çocuk... En baştan giderken hakkımı teslim edip gitmiştim kendime. Bir gün, bu günün geleceğini de bilerek üstelik. Günahı o kadının boynunadır. Ben onu istemedim. Kulağına söylediğim ile, yüzüne söylediğim an arasında; pişmanlık anlamında, bir zerre ağır tartmadı hiçbir tarafı şu kalbimin terazisi. Aynen şöyle dedim ona. "Seni ben istemedim evlat! Hiç istemedim" dedim. "Bilsem ki içimde bir zerre şüphem olacak zaten baştan gitmezdim" dedim. "Şimdi sen de geldiğin yere dön. Hiç yokmuşum gibi. Yoktum da zaten! Ve bak yokum hatta..." dedim ve kalkıp gittim.
Sonrasında; öyle oturmuş bir süre. Bir şeyler karalamış bir peçeteye. Katlamış. Bana bırakıp gitmiş.

- Ne yazmış usta?

- Okumadan attım gitti be çocuk! Sende; beni mi deniyorsun?

Güldüler birlikte.

- Hadi usta kalk. Yolumuz uzun.

- Zamanı mıdır?

- Zamanıdır.

Barmene döndü çocuk.

- Borcum ne kadar?

Usta kafasıyla bir işaret yaptı barmene. Barmen çıkartıp biraz para verdi ustaya kasadan. Sonra çocuğa "Abi görüşürüz." dedi.

Çocuk durumu anladı. Cebinden bir miktar para çıkarıp bara bıraktı.
"Çömezi de gör." dedi.

Usta karışmadı duruma. Onun dışındaydı artık her şey...

O gece bardan çıkıp kontağa bastı iki adam. Biri biraz yaşlıcaydı.
Arkalarından bir çömez su döktü. Bir barmen de; biraz kırmızı şarap...
Sonra aynı barmen cebinden buruşturulmuş bir peçete çıkardı. Okudu ve attı. Gözünde yaş vardı. Silmeden izledi iki adamın çekip gidişini.

Bir yerlerde başka birileri daha ağladılar belki. Başkaca insanlar, aynı adamlara.
Ama adamların gittiği yönden hep kahkahalar duyuldu...

Murat IŞIK