29 Şubat 2012 Çarşamba

Atlamak

Hiddetle evden çıkmış, arabama oturmuş ağlıyordum. Arada bir direksiyon simidini yumrukluyor, küfür ediyordum. İnanmak zor gelir bazı şeylere. Sonra inanır gibi olduğunu sandığında bir karar verirsin. İlk verdiğin kararlar genellikle yanlış olur. Bunu iyi bildiğimden, o anki kararımı uygulama konusunda daha bir ısrarcı oldum sanırım. Arabayı çalıştırıp hafifçe ilerledim. Ara yollardan çıktıktan sonra otobana bağlandım. Doğu mu? Batı mı? Araba sağa çekiyordu zaten. Doğuya döndü kendiliğinden. Karşıma çıkan ilk markette durdum. Gözyaşlarımı silmeden daldım içeri.

- Torba lütfen? 
- Buyrun.

Akımın kestiği kadarını doldurdum. 

- Ne kadar?
- 96 TL hepsi.
- Al
- İyi misiniz bayım?
- Size ne bayım.
- Yok ben... Biraz...
- Şu lanet paranın üstünü verecekmisin?
- Al be! Ne halin varsa gör. Manyak herif.

Paranın üstünü alıp soldaki çöp tenekesinin yanına bıraktım. "Biri benden bir bira içsin."
Arabaya dönüp bir sigara yaktım. Camı açmadım ama radyoyu açtım. İki fırt çekip biramdan, ilerlemeye devam ettim. Ağlamak yaz yağmuru gibidir. Geçip gitmişti işte.

10 saat kadar yol gitmiş olmalıyım. Boktan arabamın saati çalışmıyor sadece bir tahmin. Boş şişeleri saydım. Doğru. Yaklaşık on saat eder. Sonunda bir tepenin inişinde deniz göründü. Aniden fren yaptım. Çevrem toz kaplandı. Hemen camı açıp tozu çektim içime. Yavaş yavaş dağılırken. Hepsini ben içmişim gibi hissettim. 10 metre kadar yüksekti. Fazla bir şey değil yani. Bir iki adım atıp aşağıya baktım. Bir kaya burnunun ucunu gizlemişti. Biraz gerildim. Sonra tüm gücümle koştum ve atladım.

Ruhum yerinde kalmak istiyormuş ama bedenim onu çekiştiriyormuş gibi karıncalandı her yanım. Ellerimi kollaraımı bir kuş gibi salladım dairesel hareketlerle. Bir yandan da çığlık attım.  Sonra cuppppp. Soğuk. Ne kadar güzel bir soğuk. İlk önce omuzlarım üşür hep suya daldığımda. sonra bedenime yayılır. Suyun altında durdum nefesim yettiğince. Sonra çıktım. Kocaman bir küfür ettim, yamaçtan yankı buldu. Kendime söver gibi. Tekrarladım. Tepeden bir kadın çığlığı geldi. Birkaç ta çocuk sesi. Sonra sesin geldiği yöne baktım. Bir adam ciddiyetle aşağıyı inceliyordu. Ona el salladım. Beni gördü. Sonra hareket çektim. Göremedi sanırım. Bir daha yaptım ve "ne bakıyorsun lan" dedim tırsıp kaçtı. Bu sefer görmüş olmalı diye düşündüm. üstümdekiler ağırlık yaptı çıkardım. çırılçıplak yüzdüm.

Bir tekne koya giriş yaptı. Gelmesini izledim gülümseyerek. Sanki beni almaya gelmiş gibiydi. Ama el sallamadım. Gitmek istediğimden emin değildim. Yakın bir mesafede zincirin denize düşme sesi geldi. Benim suya düşüşüm daha şaşalıydı. Heme suya daldırıp kafamı zincirin şıkırtılarını dinledim. Tekne dümeni kırıp kıç tarafı bana dönük bir şekilde durdu. İngiliz bayraklıydı. Kendini beğenmiş götler. Boktan çaylarını güzelleştirmek için sütle içen sevimsiz piç kuruları. Ağızlarında hep bir zenci şeyi varmış gibi zorlayarak konuşurlar.

Gitmek zamanı olsaydı böyle olmazdı diye düşünüp sahile yöneldim, kayalıklara doğru. İnmek kadar kolay değildi çıkmak. Üstelik kıçım açıktaydı. Birkaç martı etrafımda pike yaptı ben tırmanırken. "Boşa beklemeyin leş kargaları. Ben o eşiği düşerken atladım..."

Murat IŞIK

   


28 Şubat 2012 Salı

Dikte

- Ne oynuyorsun?
- Ey-vah!
- Bak uzay gemisi.
- Aaaa ne güzel hadi git yukarıda oyna.
- Burada oynayacağım. Anneler öyle dedi.
- Şerefsizler! 
- İn Murat abinin yanında oyna dediler.
- Gülerek mi?
- Evet.
- Ahhhh varya. Hadi git onlara Murat abi porno izleyecekmiş beni istemedi de.
- Porno ne?
- Leyleğin orjinal versiyonu.
- Ne leyleği?
- Demek sana başka bir yalan attılar. Uzun hikaye.
- Ne leyleği?
- İnatçı piç.
- Küfür ettiiiiiii.
- Bildiğine göre sende etmişsin önceden.
- Şey.
- Şey ya! Bok gibi kaldın ne olduuuu? Korkma. Anana söylemem o seni hala sevimli bir insan yavrusu sanıyor. 
- İyi. Ne oynuyorsun?
- Bak işte ekrana. İzle.
- Sen uzaylı gördün mü hiç.
- Siktim bile.
- hahahahahahahaha.
- Hoşuna mı gitti?
- Eveeet.hahahahaha
- Hadi uza bakalım yukarı. Sıkıldım senden.
- Ben seni sevdim.
- Allahım sana geliyorum! Bana bir bira getirsene sen yukarıdan.

Bir süre sessizlik.

- Al.
- İçer misin?
- Yok annem "verirse eğer, içme!" dedi.
- Vay kaşarlaaaaar. Kızacak olsa yanıma yollamazdı. İç iç.
- Yok. Yüzmeye gidiyorum ben.
- Süper fikir git hadi.
- Şimdi değil. Yazın.
- Tüh. 
- Hemde denizde.
- Susmayacaksın anladım. Al oyun oyna hadi. (kumandayı kucağına koydu)
- Yok sen al bunu geri, benim anlatacaklarım var sana.
- Biri şu piçi başımdan alabilirmiiiiiiii? Alooooooooooooo. Kime diyorum?

Murat IŞIK 




27 Şubat 2012 Pazartesi

Kışın Taaaaa İçine

Sabah uyanıpta camdan baktığımda bu kapalı ve yağmurlu gökyüzünü gördüğümde; koşarak yatağa giresim geliyor. Artık dönecekse dönsün şu mevsim. Tiksinmeye başladım lahana gibi kat kat giyinmekten. Bir gömlek atıp çıkasım var dışarı. Asfaltlarda yumurta pişiresim var. "Kızgın kumlardan serin sulara" giresim var. En önemlisi soğuk bir biranın, anlamı olsun istiyorum yeniden...


Murat IŞIK

26 Şubat 2012 Pazar

İsterken Bir Düşünmeli

Aklımdan kovulmasına iki sapak daha varken atladı. Hay lanet şeytan! Ayılmanın zamanı mıydı şimdi? Yağmur da yağıyor üstelik...
Soğuktan ölmemek için bir saçağın altına geçtim. Zaten ıslanmış olduğumdan pek bir işe yaramadı. Tanrıya ne yapmışsam; soğuk üflüyor inadına. Kafamı yukarı kaldırıp baktım. "Sen bilirsin" dedim. Biraz acındırmak ister gibiydim kendimi, ne yalan söyleyeyim. İlerde bir evin kapısı açıldı tam o anda. Işık sokağı aydınlattı. Ayaklarımın dibine kadar gelip durdu. Hemen koştum. Bu fırsatı kaçıracak değildim. Kapının önüne geldim. İçeride bir küçük kız çocuğu, şömineye ateş atıyordu. "Merhaba" diye seslendim. Kız dönüp bana baktı. Hayatımda bu kadar çirkin bir şey daha görmemiştim. Koşarak gitti. Sanırım o da beni beğenmemişti. Hem çirkin hem zevksiz diye geçirdim içimden. Kafamı uzattım içeri. Sol yanda, tamamı dökme malzemeden; "binsekizyüz" lü yıllardan kalma gibi duran ocağın, üzerinde tüten çorbanın kokusunu duydum. Oldum olası çorba sevmem. Bu sebeple başka ne vardır acaba diye bakındım. Ölümüne açken bile seçici olmak lazım. Boktan bir lezzetle yaşamaktansa leziz bir ölümü yeğleyenlerim ben...
Bir kadın çıkageldi kızın koştuğu yönden. O çirkin şeyin elinden tutmuştu. Bir insan öyle bir şeye nasıl dokunabilir aklım almadı. Kadının suratını göremedim. Bir tür örtü vardı sanırım. Yanındaki veledin annesiyse eğer hakkı var. Derken biraz daha yakına geldi. Şöminenin hizasına. Yanılmışım. Önüne düşen saçlarıymış, yüzünü görmemi engelleyen. Eğmiş kafasını kızla bir şeyler konuşuyordu. Sonra bana baktı.
Aniden ayılmak. Yağmurda ıslanmak. Rüzgarla buz kesmişken önümde ışıklı bir yol belirmesi. Bunların hepsi kaldırılabilir kehanetlerdi. Ama Allahım bu yüz. Meleğini hak edecek ne yapmış olabilirim?
"Buyurun" dedi kadın. Hemen çocuğa baktım. O varken giresim gelmedi. Kadın anlamış gibi eğilip kıza bir şey söyledi. Kız içeri gitti. Tanrı gene benden yanaydı. "Özür dilerim bayan" dedim. "Hangi şehirdeyim?" Asıl öğrenmek istediğim hala yaşayıp yaşamadığımdı tabii. Yoksa şehrin ne önemi var. Zaten kalıcı değildim hiçbirinde! Gene de, Cihangirin arka sokaklarından birinde, bir travesti tarafından tecavüze uğramış ve çıplak halde ölümü beklerken; halüsinasyon görüyor olma ihtimalimden iyi olacaktı her cevabı. "Afyon' dasınız" dedi. Afyon mu?
Dün ne içtiysem bana ondan ver Tanrım!
Küçük kız geri geldi. O an tanrının bu duamı da kabul ettiğini anladım. Nedense bunu son zamanlarda alışkanlık haline getirmişti. Ben de istemeyi bilmediğimi fark ettim. Bütün kabahat onda sayılmazdı yani... Düşünmeden konuşuyordum.
Gitmekten başka yol yoktu. "İstanbul ne tarafta" diye sordum. Eliyle sol çaprazda bir noktayı gösterdi. "Teşekkür ederim" dedim ve dönüp, oraya doğru koşmaya başladım. Aradığım şey, yolun başladığı yerde olmalıydı...

Murat IŞIK    

Çingene


The Red Violin filmini yeniden izledim. Aklım sadece çingenelerde kaldı. Eski dönem çingeneleri ve onların sınırsız dünyaları. Tabelalarından değil toprağından tanınan şehirlerimiz kalmış mıdır? Dış görüntülerindeki hoyratlığın aksine, nazik bir ırktır çingeneler. Kimseyle mülk kavgasına düşmemek için, hiç kimsenin sahiplenmediği bitkilerden yemek yapmak bir nezaket değil midir?
Sabahın erken saatlerinde yorgun düşmüş ve bir sigara içip bir de güneşin ayçiçekleri ve buğdayların üzerine altın tozu serpmesini izlemek için, fabrikanın çatısına çıkmıştım. Hava serindi. Güneşin doğmasına yarım saat kadar bir zaman kalmıştı. Alacakaranlık içinde, çok uzaktaki karpuz tarlalarındaki çadırlar haricinde, insan yaşamına dair tek bir çıplak ışık görülmüyordu.
Bir zaman, gözlerim kapalı bu sessizliği dinledim. Uzaktan yavaş yavaş yaklaşan bir atın önce nallarının toprağa kararlı vuruşu, sonra güçlü nefesi ulaştı kulağıma. Farkında olmadan bu iki sesle uyum sağladı kalp atışlarım. Ritmik melodilerin üzerimdeki etkisi inanılmazdır. Sakinleşir ve kimi zaman başka bir boyuta geçerim. Gözlerimin önünden görüntüler gelip geçer. Yüzlerce insan suratı. Tanıdığım veya sadece yanından geçip gittiğim insanların suretleri. İçlerinden birinde görüntü donar. O noktadan sonra gördüklerim o insanın hayatından parçalardır...
Yüzünde, tam sol gözünün altından favorilerine doğru kavis alıp yanağının orta kısmına doğru uzanan on santimlik bir iz vardı. Yanık izine benziyordu. Rahatsız edici değildi aksine daha çok bir sanat eserini andırıyordu. Kadınsı yüz hatlarına, erkeksilik katmıştı. Gözleri kendinden sürmeliydi. Maviliklerine derinlik katıyor ve onları daha bir çarpıcı yapıyordu. Saçları uzun ve pisti, ama simsiyahtı.

Tam hizamda durdu. Elini silah gibi doğrulttu bana. Sonra tetiği düşürür gibi yaptı. Silah tepti. Burnu havaya kaltı. Sonra parmağının uçlarına üfledi nefesini. Sanki dumanı tüten gerçek bir silahı soğutmak ister gibi...
Bir anda vurulmuş taklidi yaptım. Karnımı tuttum, iki büklüm oldum. Çatının kenarına kadar acıyla geldim ve kendimi nedense o bir buçuk metrelik mesafeden, aşağıdaki saman yığınının üstüne attım. Yerde yattım öylece...

Kahkahalarını duydum önce. Sonra attan düştüğünü gördüm. Hala gülüyordu. Bende güldüm. Öyle tanıştık işte.

İlk defa ısırgan otu çorbasını da bu sayede içtim.

Murat IŞIK      

Savaş ve Çocuk


Beyoğlunda bir yeraltı barında kapıya doğru oturmuş gireni çıkanı izliyordu. Yaklaşık bir saattir aynı noktadaydı. Önündeki kadeh dolup boşalıyor, mekan dolup boşalıyordu. Her gidenin ardından sertçe kapanıyordu kapı. İlk duyduğunda korkuyla kafasını kollarının arasına almıştı. Sonradan nerede olduğunu, ne yaptığını hatırlayıp sakinleşmiş ve hemen kapıya doğru dönüp öyle oturmuştu.Böyledir savaşın büyüttüğü çocuklar. Bir kapı sesi asla "bir kapının sesi" değildir onlar için. Ya bir başlangıçtır yada bir son...
Kapının hemen girişinde bir kızla bir çocuk tartışıyorlardı. Kız hiddetle bağırıyordu çocuğa. Çocuk eliyle kıza susmasını söyler bir işaret yaptı. Kız oralı olmadı. Konuşmaya devam ediyordu. Çocuk kızın bileğini yakalayıp büktüğünde yerinden kalkacak gibi oldu. Kız o anda çocuğu öptü. Aşk ile şiddetin iç içe geçtiği bir yaşamdı bu. Dünyanın neresinde olduğunuzun bir önemi olmaksızın üstelik. İster Afrika' da bir çatışamın içinde olun ister Beyoğlunda bir barda...
Murat IŞIK

Ezgi ve Hesus

Sanırım adı Hesus tu. İğrenç bir ifadesi vardı. Daima ucuz parfüm kokardı. Pahalı arabasıyla korna çalarak evinizin önünden geçtiğinde bile alırdınız bu kokuyu. Dudaklarıyla çenesi arası bölgede manasız bir sakalı vardı. Daytona sahilinde güneşlenirken suratına bir kuş sıçmışta farkına varmamış gibi görünürdü.

Okulun otoparkında yürürken önce Latin arabeski bir müzik tırmaladı kulağımı. Sonra 236 beygirlik motor sesiyle gevşedim. Fazla sürmedi. İğrenç tizlikteki, aksanlı İngilizcesi beni dönüp küfür etmeye zorladı. 

- Ne var lan orospu çocuğu.
Anlamadı tabi. Gülümsüyordu hala.

İspanyolca bir şeyler söyledi. Muhtemelen o da bana sövdü dedim. Sonra tam yanımda durdu. Gene o elektro gitar yutmuş aksanı ile beni eve bırakabileceğini ama öncelikle ona yardım etmem gerektiğini söyledi. Nasıl bir yardım  istediği hakkında bir fikrim yoktu. İki adımlık yol için bir İspanyol aygırı tarafından becerilmek te vardı işin ucunda. Teşekkür edip yola devam ettim.

Murat IŞIK 


İşemek

Uyandım. Nerede olduğumu anlamak için çevreme baktım. Başım çatlayacak gibiydi. Gözlerimde şimşekler çakıyordu. Güvende hissettim genede kendimi. Kimse bu kadar sarhoş bir adamı gecenin bir vakti sokağa atmazdı. En azından becermeden! Hemen kıçımı yokladım. Sağlam göründü gözüme. Bok rengi yatak örtüsü çekti dikkatimi. Saçma sapan yuvarlak desenleri vardı. Miğdem kalktı, üstelik çişim de vardı. Kalkıp içine boşalacağım bir klozet arandım. Koridorun sonundaki kapı doğru gibi geldi gözüme. Açtım. Bir adam vardı içeride. Sıçarken uyuya kalmıştı. Patlamak üzereydim. Onu kenara ittim. Yere düştü ama uyanmadı. Belkide ölmüştü. Şu anda bunu düşünecek durumda değildim. İşedim. Yüzümde bir gülümseme. Lisede yattığım bir kadın geldi aklıma sebepsiz. O kadar mutluydum işte.

Murat IŞIK

25 Şubat 2012 Cumartesi

Şansını Denemek

Saatlerdir masanın başında oturmuş içiyorduk. Şiir okuyorduk aklımıza geldikçe. Kafamız güzeldi. Çişim gelmişti. Gitmek için kalkmaya üşenip, altıma işedim. Kaçırdım dedim saf saf. Bekle dedi. Suratında bir rahatlama ifadesi oluştu. Bende saldım dedi. Güldük. Genç bir şairdi. Başarılı değildi. Gelecek vadettiği de söylenemezdi. Muhtemelen bir süre daha benimle takılacak. İçecek, sarhoş olacak, sonra bu işin ona göre olmadığını söylemeden ilk fırsatta toz alacaktı. Alışıktım. Önemsemedim. Bir kaç günlük bedava sevişmeden kimse zarar görmemiştir bu zamana kadar. Orospulara ayıracak param kalmamıştı üstelik. Yeniden çalışmaya başlamam gerektiğini düşündüm. Sonra evlenmek daha kolay geldi. Ona benimle evlenir misin diye sordum. Kahkahalar attıktan sonra. Tabi ki hayır dedi. Ama bir süre daha kalabilirim yanında. Bu cevap beni tatmin etmişti.
 

Murat IŞIK

Sorular

Onu tanıdığımda ölmek yoktu kafasında. Sahi ben miyim şimdi suçlusu? Bu güne kadar yaşadıklarına sayıyorum olmuyor. Ağda olması gerektiğinde olmuştu. Pis sayılmazdı yani. Ben içerim. O yüzden alkolikliği koymadı bana. İkimizde öyle miydik? Paraşütle ilk atladığımızda o da vardı. Korkmuştu. Yapmadı. Bazen güvenmedi diye düşünmüyor değilim. İyi de sana benim bedenimin altında kal demedim ki. Hem bende eğitimsizdim o aralar. İlk geceden beri hep birilerinin hayatlarının içinde sevişmiş olmak kimin umurunda. Bir keresinde dönmüş "hiç başbaşa değiliz" demişti. "Yani tamamen yalnız." "Öyle olsa yapar mıydık?" diye sormuştu birde. Hayatımın en güzel sevişmesi değilse nedir?
- Kolayı var hadi gidelim. Sabahın bu vakti üstelik. İkisi de uyurken girelim yanlarına. deneyelim! Sokak itlerini zehirlemek gibi. Bir ete zehir sürer atarsın. Hayvan işte içgüdüsel yiyecek.
- Bu kadar salaklar mıdırlar dersin?
- Sen hiç seni seviyorum demedin mi birine? İfadesindeki alıklık çekmedi mi dikkatini. Hah işte birde söylediğinde aynadaki halini görsen. Seninde matah bir bok olmadığını anlarsın. Borcum var çok. Bana biraz para versene. Komodinin üzerine bırak ama!
- Erkekten orospu olmaz oğlum zorlama kendini. Biz sizi sallar atarız donumuzla.
- Hiç don lastiğinden sapan yaptın mı peki?
- Yapmadım.
- Bence kuşları vurmanın en yalın hali odur hala. Ateşli silahlar var şimdi ama bir don lastiğinin koparılmasından daha ateşli değildir. Bak şimdi!
- Öldürecek misin hakikaten o ufacık şeyleri. Evet. Eski insanlar gibi ama! Çünkü karnım acıktı. İsraf etmeyeceğim yani. İhyiyaçtan.
- İğrenç ya! Bazen bunları dediğine inanamıyorum.
- Ama avladıklarımı yiyorsun.
- Evet. Yerken bende hak veriyorum sana. En çok ta bana yedirmiş olabilmene şaşırıyorum. Sana çok mu güveniyorum acaba?
- Yarın öleceksen herkese güvenebilirsin.
- Yarın ölmeli miyim?
- Hayır.
- O zaman sen gidene kadar bekleyeceğim...

Murat IŞIK

24 Şubat 2012 Cuma

Silahlı Saçmalama

Polinka' nın yazılarında silahlar patlayınca falan bir kaç seferdir özenip bende ateş ediyorum. Bunca kurşun kime giriyor belli değil. Girdiği yerde neler oluyor? Muamma. Bir sıcaklık oluyor mu hakikaten. Peki sonra neden üşüyoruz diyorlar. Sahi kim onlar? Silah kimin? Biri bana mermi ne kadar söylesin. Sayılarla aram yok bu aralar. Yirmi yedi tane istiyorum.
Ne kadar?

Hey sen! O ayaktaki! Eğil yada yere atla...

Murat IŞIK

Tiksinme Zinciri

Sabahın kaçı olduğu kimin umurunda. Kalk diyorsa kalkmalısın. Şu saati duvarda parçalamıştım birkaç zaman önce. Ölüsünden sesler geliyor hala. Çarklarından birini çıkartmak lazım. Duvarda kırık bir nokta var. Onun da içinden sesler sızıyordu; sakızla kapattım. Zamanı mı deme. Bira içmenin vakti mi olur ulan? Kedi zıplayarak yanıma geldi. Ona bir parça versem dava ederler mi beni acaba. Hayvanları sevmem aslında. İnsanları daha evcil bulurum. Tasmalı çocuk tasmasız bir köpekten daha uysal olmasa da. Evet karıştırmışım. Çocukları köpeklerden daha az seviyormuşum ben. Köpekleri de kedilerden. Seçenekler arttıkça sıralamada araya kaynayanlar olmuyor değil. Mesela çirkin çocuk en alta yerleşiyor. Çirkin köpek, köpeğin hemen altına ama, normal bir çocuğun kafasına sıçabilir kadar yüksekte hala. Yaşlı insanlar. Ah onlar kedinin altındalar. Genelde çok uzak durduğumdan sanırım. Yoksa yolun dibini boylarlardı. Geçici yerlerinde mutludurlar. Hepsi derinden korkarlar.

Devam Edecek

Murat IŞIK

Eski Konak

Odanın kapısından girip içeri, iki el ateş etti gelişi güzel. Bir taraftan çığlık atıyordu. Korkudandı... Yere düşerken ayna parçaları, kendi yüzünü gördü bir an bir tanesinde. Bu hayvani ifadeden ürktü. "Neredesiniz ulan?" diye bağırıp, koşuşturmaya başladı odada. Koltukların arkasına baktı, dolabın içine... Yoktular. Aklına kestiği her noktaya doğrulttu silahını ama nafile. "Nerdesiniiiiz?" Bu sefer sesi titriyordu sorarken. Ağlamaya başladı. Yere çöktü. Silah elinden gevşeyip düştü, yaşlı zemin tahtalarının üstüne. Elleriyle yüzünü kapadı. Hıçkırdı. Özlemişti onları. Öldüresiye. Ama zaten ölülerdi. Ayağa kalktı. Silahını aldı yerden. Eski konaktan alırcasına hıncını, iki el ateş etti tuğla duvara.

Murat IŞIK


23 Şubat 2012 Perşembe

Sahibinden Satılık Kalabalık

Ne kadar önemli günleriniz var. Sahte, yapay, kalabalık... Sahi kaç tanedir onlar?  Beş, on, yetmiş, yüz? Ne bileyim işte! Alın hepsini, çıkarın bütünden. Kaç kaldıysa verin yeter bana. Siz de siktirin gidin!

Murat IŞIK

Sembolik Bir Düz Yazı (Kriptolu)

Olmadı bu. Hiç gerçekçi değil artık. Bir gölge tarafından kuşatılmak gibi. Peşimde ejderhalar, ateşleri tam kıçımın dibinde sönüyor. Onlar beni kovalarken, yaktıkları yangınlarda; ateşi keşfediyor insan oğlu.
Küllerden bir tanrı doğuyor. Bir daha ölmemek üzere üstelik. Bir tanrı ki maskarası oluyor rüzgarların sonsuza değin.
Bir ruh bedenine girmeye çalışıyor. Ne yapsa olmuyor işte. Ne kadar kıpırtısız da kalsa, burun deliklerinden akıyor bedeninin.
Götünü siliyor bir adam. Az sonra pohpohlayacaklara ayıp olmasın diye. Aman ne kadar da düşünceli! Oysa bilmiyor; her gece sabahladığı sokak kadınları, aynı özeni göstermiyorlar kendisine.
Ellerindeki pompalı tüfekle sağa sola ateş açan bir grup taze; düşenler kalkacak sanıyor zombi filmlerindeki gibi. Bir tanesi sırtımdan vuruyor beni. Annesine sövüyorum. Önümdeki deliklerden yeşil sıvılar akıyor. Güç onda sanıyor bu piç. Birkaç el daha sıkıyor. Birkaç tanesini havada yakalıyorum saçmaların. Küçük, kahverengi çikolatalar gibiler. Ağzıma atıyorum. Çocuk altına işiyor. Boyundan büyük bir işe kalkıştın evlat. Onurunla dur. Canını almaya geliyorum.

Murat IŞIK

22 Şubat 2012 Çarşamba

Serbest Saçmalama (Bir Gün) İlaç Etkisinde

Bir gün bir aşkın içinden geçerken, kemikleriniz takılır. Takıksındır eskiden beri bağlanmaya. Bir kaç kaburganı bırakmak pahasına gidersin.
Bir gün biri gelir. "Erken boşalıyorum" der. "O zaman geç başla" dersin.
Bir gün biri dumanlıdır. Suluyla karıştırmamak için uzak durursun.
Bir gün tekilsindir, bir gün bir ötekine yoğunlaşamayacak kadar çoğul.
Bir gün telefonun çalar. Açarsın. Bir şarkı çalmaktadır. Dinlersin.
Bir gün bir şarkının ortasında çalar telefonun. Açmazsın.
Bir gün elinde balonuyla bir çocuk gelir yanına. Al der. Tutarmış gibi yaparsın. O bıraktığında, uçar gider.
Bir gün bir bisiklet alırsın. Lastiğinin patladığı ilk yerde bırakırsın.
Bir gün yürümek zor geldiğinde koşarsın. Neleri kaçırdığını düşünmezsin.
Bir gün bir cümle gelir aklına. Aklın başına gelipte yazıncaya kadar unutursun.
Bir gün bir şişe birayla dağılırsın, bir gün bir kasa bira toplayamaz hüznünü.
Bir gün kadının biri tokasını unutur yatağında; bir diğeri, kendinin diye alır, takar kafasına.
Bir gün bir kadın seni takar kafasına; ilk tekneyle gidesin gelir o şehirden.
Bir gün bir dostun gelir. "Değiştin sen" der. "Sende hiç değişmedin" dersin. Hangisi makbuldür anlaşılmaz olur.
Bir gün bir köşe başında sızarsın, bozuk para sesiyle uyanırsın.
Bir gün bir köşe başında sızdığında üzerine işer bir sokak köpeği.
Bir gün bir köşe başında sızmak istersin. Tutup götürürler.
Bir gün fakir yatar zengin kalkarsın. Meslek gereğidir.
Bir gün zengin yatar fakir kalkarsın. Boşanmışsındır.
Bir gün kalabalık yatar tek kalkarsın. Terkedilmişsindir.
Bir gün tek yatar çift kalkarsın. Hamilesindir.
Bir gün nasıl yattığının bir önemi yoktur. Zaten bir daha kalkamazsın.

Murat IŞIK

"PASİFLORA?" (Asyanın Uykusuzlar Yazısındaki Özel İsim)

Sanayinin ortasında bir tamirhanede iki çocuk. Denizden karaya yeni çıkmışlar gibi şaşkın ve sıkıntılı. Arabalarındaki sorunun çözülmesini bekliyorlar oturup. Bir telefon çalıyor. Bir kadın arıyor hafif toplu olanı. Yüzü düşüyor konuştukça çocuğun. Diğeri durumun farkına varıyor. Önce çocuğun yüzüne bakıyor. Göz göze geliyorlar. Bazen susmak daha iyidir diye düşünüp gözlerini ayakkabılarına çeviriyor çocuk. Rastgele olmadığını bilmiyor o anda. Telefon konuşması bittiğinde yakasından bir düğmeyi koparırcasına açıyor toplu olan. Diğeri tekrar ona bakıyor.
- Kalbimi sıkıyor sanki elleriyle.
- Elleri hala orada olduğu için olabilir mi?
- Çekmiyor işte.
- Bırak ulan bu işleri.
- Benim daha mülayim biriyle konuşmam lazım bu konuyu.
- Yalaka demek istedin herhalde.
- Şu an desteğe ihtiyacım var.
- Pohpohlanmaya yani

Birlikte gülümsüyorlar.
"Pasiflora?" diyor ikisi de aniden. Basıyorlar kahkahayı.

Şişman olan elini kaldırıp bir çırağa doğru gel işareti yapıyor. Yetmezmiş gibi sesleniyor "Çocuuuk"
Çırak koşarak geliyor. "Buyur Abi" diyor. Bana en yakın eczanenin telefonunu istesene ustadan. Çırak komutu aldığı gibi fırlıyor. Bir süre sonra elinde bir kağıt ve bir telsiz telefonla geliyor. Kağıdı alıyor toplu olan. Telsize dokunmuyor yağlı diye. "Sağol aslanım" diyor çırağa. Sırtını sıvazlıyor. Çırak mutlu oluyor ve uzaklaşıyor. Elindeki numarayı çevirip konuşuyor çocuk.

- ................................
- İyi günler. Ben Suzuki Servisten arıyorum. Bildiğim kadarıyla iş yerlerine servis yapıyormuşsunuz.
- ................................
- İki şişe Pasiflora isteyecektik.
- ................................
- Evet. Yalnız bir ricam var "Soğuk Olsun Lütfen!"

Öbür çocuk kahkahayı basıyor. Bu sırada telefonu kapayan hafif toplu çocuk dudaklarını, ne dedim ulan ben edasıyla büzmüş halde bakıyor. Sonrasında o da basıyor kahkahayı.

- Ulan soğuk olsun ne demek oğlum. Ali Abinin alkol dükkanını aramışız gibi.
- Ya ne bileyim. Ama müptelası çok galiba "Olur efendim" dedi kızcağız.

Kahkahalar arasında diğer çocuk bu sefer çırağa sesleniyor. "Bir baksana paşa." Çocuk tam ona hareketlenirken devam ediyor. "Yok gelmene gerek yok. Bize iki bardak getir içlerine ikişer buz koy."

Zayıf olan öbürüne soruyor "Nasıl kalbin şimdi?"
Diğeri şaşkın soruyor "Ne kalbi?"

Zayıf olan cevap vemiyor. eline bir kağıt alıp bir not yazıyor. Ceketinin iç cebine koyuyor.

"Pasiflora soğuk içilir."

Murat IŞIK



  

21 Şubat 2012 Salı

Lanet

Onu çok eskiden tanırdı çocuk. Tanıdığı ilk günden beri bir fahişe gibi giyinir, öyle de hareket ederdi. Varlıklı bir ailenin şımartılamamış küçük kız çocuğu, hayran bakışlarla şımartılmış asi bir genç kıza dönüşmüştü. Hoyrat sevdalar siyah makyajları getirmişti beraberinde. Dışarıdan bir evsiz, bir Beyoğlu aşiftesi izlenimi veren bu kadının, sıra dışı bir zenginlikle kutsanmış, zeka ve güzelliğin harmanlandığı bir mükemmellik olduğunu; onu çok eskiden tanıyan birkaç adam hariç kimse bilmezdi.

Bir mekanda onunla karşılaştığınızda gözlerinizi ondan alamazdınız. Simsiyah saçlarını her salladığında altından anlık görünen deniz mavisi gözleri, güvenli uzaklıkta değilseniz, sizi ona bir adım atmaya zorlardı.

O gün o bara gittiğinde onunla karşılaşacağını hayal etmemişti çocuk. Onun seveceği türden dağınık muhabbetlerin süregeldiği bir ortam değildi. Daha durağan, insanların birbirleriyle, müziğin ritmi aracılığı ile transa geçmiş olarak değilde; içlerindeki fesat planlarını filitrelercesine sadece kafalarını sallayarak, iletişimsizlik kurmaya çalıştığı türden bir yerdi.

Gereksiz bir sohbetten, tuvalete gitmek bahanesiyle uzaklaşmış, yüzlerindeki sıkıntıdan patlamış ifadesini gizleyen iki kişi tuvaletin kapısından girerken karşılaştılar. İkisinde de bir şaşkınlık ve mutluluk ifadesi oluştu. Sadece sarıldılar. Biri ne iş dercesine ellerini açtı hafif. Diğeri kollarını iki yana açıp dudağıyla "bilmem" der gibi yaptı ama konuşmadılar. Kız, çocuğu, kızlar tuvaletine çekip kapıyı kilitledi. Tekrar sarıldı çocuğa. "Seni çok özledim" dedi. Çocuk kızın sırtını sıvazladı. "Seninle her karşılaşmamızda beni ait olmadığım bir yerlere kitlediğinin farkındasın değil mi?" diye sordu. Güldüler. "Hep ait olmadığımız yerlerde karşılaştığımızdan olabilir" dedi kız. "Bakayım diyerek çenesinin altından tuttu çocuk kızı. Yüzüne baktı. Şöyle bir geri çekilerek tüm bedenini süzdü. "Hala mükemmelsin." dedi.

Kesinlikle Devam Edecek

Murat IŞIK


20 Şubat 2012 Pazartesi

Risk


Bir insanın başına gelebilecek en iyi ve en kötü şeydi çocuk. En iyiydi çünkü; ihtiyaç halinde, ulaşılabilir bir problem çözücüydü ve sabırlı bir dinleyici.
En kötüydü çünkü; ihtiyacı olduğunda, aranacaklardan biri olma ihtimaliniz vardı...

Murat IŞIK 

Aşk

- Sana hala neden aşık olduğumu biliyor musun?
- Hayır
- Bende... İşte bu sebeple aşkımdan eminim. Yoksa sadece seni seviyor olurdum.

Murat IŞIK

Cevap


Askerdedir çocuk. Yaklaşık iki ay olmuştur yada sekiz mektup günü. Eğer askerseniz, zamanı ölçmenin bir çok yolu olduğunu bilirsiniz. Mühim olan sizin hangisini referans aldığınızdır. Çocuk için bu, haftada bir dağıtılan okundu ibareli mektupların; kalabalık arasından kotarılıp, bir ıssızda tüketildiği günlerdi. Saçlarının kazıtılmış olması kimin umurunda! Seviyordu onu, seviliyordu da...
Adı söylendi uzak bir köşeden. Keskin ve yüksek tonda "Burdaaaa" dedi. Koşarak gitti. Elini uzatıp aldı mektubu. Şöyle bir kokladı. İki elinin arasında tuttu bir dua gibi. Sonra çevresine bakınıp, sessizce hüzünlenebileceği bir yer aradı. Hep sigara içtiği duvarla ağacın arasında kimse olmadığını görüp oraya yöneldi. Sırtını ağaca yasladı. Bir ayağını duvara uzattı. Özensizce üst kısmından yırtılmış zarfı önce eliyle düzeltti. Sonra daha önce hiç açılmamış gibi davranarak, cebinden çıkarttığı çakısıyla; yapışkanlı bölümü nazikçe açtı. Kağıdı çıkardı içinden. Dörde katlanmıştı. Açtı. Önce genel bir görüntüsüne baktı. El yazısını özlemişti. Sonra okumaya başladı.
Okudukça yüzü asıldı. Bitirdiğinde başını arkaya dayadı. Gözlerini dikti gökyüzüne. Nefesini düzenledi. Biraz düşündü. Saçlarının kazınmışlığına üzüldü aniden. artık sevilmiyordu. Sevmiyordu da ama...
Bir arkadaşı geldi yanına. Heyecanlı heyecanlı elindeki vesikalık bir resmi gözüne soktu. Bir kadının resmi. Biraz evvel unuttuğu kadın gibi değil. Sarışın üstelik kısa saçlı ve kocaman kahverengi gözleri olan bir kadın. O anda bir ışık belirdi gözlerinde. Resmi eline alıp daha dikkatlice baktı. Sonra çevresindeki onlarca adama baktı. Hepsinin ellerinde resimler vardı. Bir kahkaha atıp, resmin sahibi olan arkadaşını öptü. "Benim olabilir mi" diye sordu. Çocuk elini sertçe resme uzattı. " Ne diyorsun lan salak" dedi. Çocuk bir kahkaha daha atıp; "Oğlum öyle değil" dedi. Elindeki mektubu çocuğa verdi. "Oku" dedi. Çocuk mektubu kararsızca alıp okudu. Yeniden elini sevgilisinin resmine doğru uzatıp "Üzüldüm ama..." dedi.
"Üzülme"  dedi çocuk. Bana yardım et sadece. Birkaç resim daha lazım, bunun gibi diyerek elindeki resmi salladı. Arkadaşı şaşkınlıkla bakıyordu. "Oğlum, anlasana! İstediğini vereceğiz ona."
"Haaaaaaa!" diye bağırdı çocuk. O da bastı kahkahayı. Hemen dağılıp, birkaç arkadaşlarından yardım istediler. Konuyu duyan herkes gülümsedi. Ellerindeki en kıymetlileri düşünmeden verdiler. Operasyon tamamlandığında yaklaşık on iki adet birbirinden farklı kadın resmi yan yana duruyordu. Onlara mahzunca bakan on iki adam vardı. Bir boş kağıt bir kalem aldı çocuk eline. Özenle birkaç satır yazdı. Mektubu dörde katladı. Plastik vesikalık resim koruyucusuna da, eski aşkının resmi en altta kalacak şekilde, diğer resimleri yerleştirdi. Sonra mektup ve resimleri zarfın içine yerleştirdi. Yapışkanlı kısmı yalayıp zarfı özenle kapadı. Hepsi hüzünlüydü. Ama bir taraftan da gülümsediler. Çarşıya gidecek olan bir arkadaşlarına sıkıca tembihleyip mektubu verdiler...

Bir hafta sonrası:
Kapı çaldı. "Kim o?" diye seslendi kadın. "Postacı" dedi ses. Kız kapıyı açtı. Adamın elinden gelen zarfı aldı. Teşekkür edip kapıyı kapadı. Üzerindeki ismi görünce huzursuzlandı. Mektubu özenmeden yırtarak açtı. 

Merhaba,

Mektubunu aldım. Öncelikle samimiyetle yazmış olduğun satırlarına çok teşekkür ederim. Asker yolu beklemenin zorluğu konusunda ki görüşlerine katılıyorum. Tabi ki buna mecbur kalmamalıydın. Bencillik yapmış gibi hissetme kendini. Bilakis doğrusunu yapmış olduğun için sevinmelisin. Ben de tıpkı senin yaptığın gibi kendimi her şeyin önüne koymuşum buraya gelirken sanırım. Bir şekilde bencillik konusunda ödeşmiş olduğumuzu düşünmek seni rahatlatır mı bilmem ama bu konuyu daha fazla düşünüp kendini yormamanı dilerim.

Bende sana ait bir resmin olduğunu ve onu geri istediğini söylemişsin. Tam olarak kim olduğunu hatırlayamadığım için tüm resimleri yolladım. Zarfın içinde bulabilirsin. Lütfen kendine ait olanı alıp gerisini bana yollama inceliğini göster. 

Hayatında huzurlu olmanı dilerim.

Sevgiler 

Kız öylece kaldı olduğu yerde. Resimlere baktı tek tek ve uzun uzun. Kendi resmini görünce de gözyaşları boşaldı.

Murat IŞIK

18 Şubat 2012 Cumartesi

Zamansız

ZAMANSIZ

Bebek curcunasından çıkabilmiş olmaya sevindi. Hisara doğru devam etti, sağındaki kiralık teknelere bakarak. Bir tanesinin geniş kıç kısmında oturan sakallı bir adam çekti dikkatini. Az ilerde bir park yeri gördü. Arabasını bırakıp, geriye; adama doğru yürüdü.

- Selam kaptan.
- Selam evlat. Buyur.
- Gidelim mi kaptan. Müsait misin?
- Kimsiniz?
- Yolcu.

Kaptan gülümsedi.

- Bir şeyler içelim. Sonra bakarız yolcu.
- Keyifle kaptan.
- Şarap?
- Varsa bira tercihimdir şu an.
- Var. Var tabii.

Yerinden ağır hareketlerle kalktı. Kamaraya girip ortadan kayboldu. Çocuk boğaza baktı. Yolunda ilerleyen büyük tankeri izledi. Denizci olan kuzeni gelirdi aklına ne zaman bir tanker görse. Her seferinde hayatından ne kadar memnuniyetsiz olduğundan bahseder dururdu. Aklı almazdı çocuğun bu memnuniyetsizliği. O sebeple o konuşurken, başka şeyler düşünür; arada bir de dinliyormuş gibi kafasını sallardı. Elinde altılı bir kutuyla ve yanında, ahşap bir kasede, biraz çerezle döndü yaşlı adam.

- Buyur evlat.
- Bana "yolcu" de ya kaptan. Bu gün öylesi hoşuma gitti.

Gözleri parladı kaptanın.

- Peki yolcu. Nereye gideceğiz?
- Karadeniz'e doğru gidelim.
- Otur hele bir keyiflenelim. Zamanı gelince çıkarız.
- Burada mı yaşıyorsun kaptan? Yani teknede?
- Yok evim yukarıda biraz. Kafa dinlemeye gelirim buraya.
- Tekne senin mi?
- Evet. Doğumundan bu güne kadar.
- Nadirdir bu kadar uzun süre bir tekneye bağlı kalmak.
Kafasını salladı kaptan aklından binlerce düşünce geçer gibi. Bir de dudaklarını ısırdı, bir yandan da gülümsedi.

- Aldatılmamış değildir. Çokları geldi geçti ama bu ilk göz ağrımdı. Sonuçta bu günlere kadar yıllandık beraber.
"Şerefsizler'e" diyerek kadehini kaldırdı kaptan. Yolcu güldü ve şişesini yavaşça eğerek selamladı onu. İkisi de, ellerinde olanı tamamen tükettiler.

- Gidelim mi yolcu?
- Olur.
- Kullanmak ister misin?
- Hayır.

Kaptan önce yola inip teknenin iplerini çözdü. Sonra çevik bir hareketle kendisinden henüz bir iki adım uzaklaşmış olan tekneye tekrar atladı. Masada kadehini bıraktı ama şişesini yanına aldı.

- Yolda böylesi daha güzel oluyor.

Çocuk başını salladı anladığını belli etmek için. Ardından bira daha açıp ayaklarını uzattı ve gittikçe uzaklaştığı sahilde; seyir halindeki arabalarının içlerinde, asık suratları ile oturan insanların, küçülmelerini izledi.

Murat IŞIK











Serbest Saçmalama (Bir Gün) Asya İle Dertleşirken

Bir gün bakmışsın ölüsün. Yaşamamışsanda yazmış olmak mutlu eder seni.
Bir gün bakmışsın yaşadıkların yazılmış. Hemde senin tarafından. Sorguda inkar edemezsin. İmzan vardır altında
Bir gün içersin. Unutursun herkesi. Sonra kendinle tanışırsın ard arda zamanlarda. Bir seversin. Bir nefret edersin. Yanılırsın her seferinde. Ne sevilecek adamsındır ne nefret edilecek. "Adam mısın ulan" dersin ayıldığında.


Murat IŞIK

Doğaçlama (Asya İle Dertleşirken)

Kapı çaldı sandım; meğer açıkmış zaten, girmişler bile içeri. "Merhaba" dediler. "Çıkın" dedim. Çıkmadılar. Oturdular, "Bir çay olsa da içsek" gibilerinden. Dayanamayıp gittim hemen. Onlar yalnız kaldılar odamda. Şimdi döndüğümde oradalarsa hala; kapıyı çalıp ta mı girmeliyim?

Murat IŞIK

Hoş

HOŞ

Bu gün çok zarif giyindim.
Beyaz bir gömlek var üzerimde.
Onun üstünde kolsuz bir süveter.
Boynumda bir atkı var, entelce takılmış.
Altımda spor kesim bir kumaş pantolon.
Ayağımda, süngerle yarı matlıkta parlatılmış botlar.
Saçlarım üstten toplu samuraylar gibi ve sadece su ile ıslatılmışlar.
Kapıdan çıkarken süzdü kadın.
"Hoşsun" dedi.
Gülümsedim.
Ne yalan söyleyeyim.
Biliyordum böyle diyeceğini...

Murat IŞIK

Geçmişi Gösteren Ayna

GEÇMİŞİ GÖSTEREN AYNA

Zorlukla kalktı yerinden. Dizleri ağrıyordu. Camları olmayan çerçevelerden dışarıya baktı. Yağmur kesilmişti. Dışarıya bıraktığı kovaya uzandı. Bir avuç su alıp çarptı yüzüne. Gerisini köşeye götürüp bıraktı. Mantarı yerine bir türlü oturmayan şişesine uzanıp, bir yudum içti. Yüzünü ekşitti. Aç karnına içme demişti bir zamanlar bir doktor. Sigara için miydi o? Elini avcı yeleğinin kalp cebine attı. Sigara pakedini çıkarırken, ikiye katlanmış bir resim düştü yere. Açtı resmi. Karşısına koydu. Dikkatlice baktı. Bakarken sağ eliyle köşedeki kovadan bir avuç daha su aldı. Şaçlarına sürdü ve onları taradı elleriyle. Kafasını sağa sola çevirip nasıl göründüğüne baktı. Sonra resmi katlayıp tekrar cebine koydu. Hoş görünüyordu. Hiç yaşlanmamıştı. Sevindi.

Murat IŞIK 

17 Şubat 2012 Cuma

Serbest Saçmalama (Bir Gün) Dur Deme! Daha Diyeceklerim Var!

Bir gün bir şiir yazarsın. Çok beğenirsin. Onu okuyacak bir kadın ararsın etrafında. Bulamazsın. Sonra bir kadın yazarsın. Ona okursun yazdıklarını.
Bir gün sevişirsin sabaha kadar bir kadınla. Tek bir kadına ait birçok siluet şaşırtır seni. Hoşuna gider, gözlerini açmak gelmez içinden.
Bir gün seni seviyorum dersin bir kadına, seni öper. Bir daha söylersin, yatar seninle. Bir kez daha söylediğinde; yanına taşınır. Ard arda söylersin sonunda ne olacak diye? Bakmışsın evlisin. Bir çocuğun var bir de boşanma avukatın.
Bir gün bir kadın "seni seviyorum" der. "Bende seni" demen yeter. İnanır.
Bir gün "Artık seni sevmiyorum" dersin bir kadına. İnanmaz.
Bir gün bir çiçek gelir evine. Yanında bir kart vardır. Çiçeği alır, kartı okumadan verirsin geriye. Senin seçtiğin kişiden bir hediye oluverir.
Bir gün ıslık çalarsın gece vakti. Ayıplanırsın. Oysa beteri vardır. Sarhoşsundur. Ama umurunda olmaz kimsenin. Sesli bir günah sessiz olanı örter.
Bir gün ayıkken ayağın kayar düşersin. Sarhoş derler. Adın çıkmıştır.
Bir gün düşerken uyanırsın. Kafanı çarpmasanda; başın ağırır.
Bir gün bir mezarın başında ağlarken, bir kadın gelir yanına. Seninle ağlar.
Bir gün mezarının başında ağlayan bir kadın olmasın diye gitmeyi öğrenirsin zamanlıca.
Bir gün bir kadın gelir. "Hamileyim" der. "Kimden" dersin. Suratına tükürür.
Bir gün bir kadın gelir. "Hamileyim" der. "Hala mı" dersin. Gider.
Bir gün ilkokul servislerinin arasında seninle evlenmek istediğin söyleyen bir kız öper seni. Uyuyamazsın ya hamile kaldıysa diye.
Bir gün ertesi gün hapı diye bir şey çıktığını duyarsın. Gönlünce sarhoş olursun o gece. Sabahına bir tane yutarsın. Bir işine yaramaz.
Bir gün ertesi gün hapının gerçek fonksiyonunu öğrenirsin. Gönlünce sevişirsin o gece. Sabahına bir tane yutarsın. Kadın sana bakıp gülümser.

Murat IŞIK










Düşüş

DÜŞÜŞ

Işıklar başını ağrıtıyor. Kapatıyor hepsini. Televizyonun ışığı başını ağrıtıyor. Kapıyor televizyonu. Mumların yansıması başını ağrıtıyor. Söndürüyor mumları. Ay ve yıldızların ışığı başını ağrıtıyor. Kapıyor perdeleri. Karanlık işte. Zifiri karanlık. Bu sıçtığımın başı hala neden ağırıyor?

Bir şeyler yazmak istiyor. Ağrısız sızısız bir şeyler. Yere dökülmüş sıvıların şeffaflığı. Bir parmağını batırıp tadına bakıyor. Tanıdık geliyor. Bir daha banıyor parmağını. Parmağı emiyor sıvıyı; bir dolma kalem gibi. Sert bir kağıt buluyor sonra, odanın ortasında, diklemesine konulmuş; üstelik dört köşe ve üç boyutlu. Yazıyor yettiğince mürekkebi. 

Kalkıyor yerinden. Eli bir kaba çarpıyor aniden. Dökülüyor içinde ne varsa. Ne olduğunu anlamak için kaldırıp ayağını tüm gücüyle üstüne basıyor. Canı acıyor. Bir sıcaklık hissediyor ardından. Yürüdüğünde şap şap sesler çıkıyor artık. Koyu siyah izlere sahip kuytu sesler. Mürekkebini doldurmak için eğiliyor yere. Banıyor yeniden parmağını. Bu sefer sıcak. Bu sefer akışkandan daha çok "kaygan". Tadına bakıyor. Bu sefer tuzlu, bu sefer tanıdık değil. Yüzüne sürüyor biraz sıcaklıktan. Şakaklarına doğru. Sonra alnına başka bir şey yazıyor, evvelce yazılandan...

Kafasının içinde bir kar fırtınasıdır esiyor. Buz kesiyor damarları. Katılaşıp genleşiyorlar. Geriye kalan ne varsa bir kenara sıkıştırarak. Birazdan sağından solundan taşacak, baskıya uğramış düşünceleri.

Bir "rüzgar" esiyor radyodan. Nagme nağme sarıyor her yanını. Delirmenin çizgisinde. Sadece dolu dolu gözleri. Ağlamak ne çok yakışırdı oysa şu anda. Yapamıyor. Yapamadıkça, içten parçalanmaya başlıyor beyninin karbon alaşımlı kıvrımları. Biliyor bitecek birazdan. Bir heykel gibi hareketsiz olacak bu zamandan sonrası. Son bir şiiri var yarım kalacak.

Gitmeden alıp da eline şamdanı. Camdan masanın içinden geçiriyor. Bir gümbürtüyle iniyor yere. Kırılıyor sanki evren; dağılıyor her yöne. O da, düşüyor üzerlerine. Değen her bir keskinliğe; bir damla insanlık sürülüyor. Basıncı boşalıyor aniden. Çizginin soluna düşmüş biliyor. Kanamak güzeldir diyor içinden.

Murat IŞIK
         



Orhan Veli' nin İzinden (Aşiyanda) Ölünün Pişmanlığı 21. Şiir

ÖLÜNÜN PİŞMANLIĞI

Sabah sekiz akşam beş kıskacında,
Biçare yaşamışım yazık.
Tadına bakamadan herşeyin.
Şöyle bir sofra kurmamışım keyifle,
Bir vakit geldiğinde; yemişim ne bulduysam.
Bir başka vakitte uyumuşum.
Yalnız üstelik.

Nereden bilecektim ki varacağım yer;
Hareketsizlik mekanı olacak.
Upuzun uzanıpta,
Yanlız başıma bekleyeceğim; bir zamanın gelmesini...
Oyalanacak sadece anılarım olacak.
Eger bilseydim;
Belki bende yaşardım.
Durmadan sevişerek,
Sevişmeden duramadan.

Murat IŞIK




Sansür

- Bu ne?
- Yemek. 
- Sağol yemeyeceğim.
- Sordum sana az evvel, "açım" dedin?
- Hatırlamıyorum.
- Aklın da ne var ya senin?
- Cümleler.
- Hep cümleler olur zaten. Hep sana ait. Tırnak içinde bir şeyler yazmak istiyorum bazen bende aklına.
- Yazıyorsundur da... Belki baskıda sansürleniyordur.
- Ben içeri gidiyorum. İyi değilsin sen gene.

Murat IŞIK







16 Şubat 2012 Perşembe

Sorun (İnadına)

SORUN

- Seni aldatmak istiyorum!
- Kimle?
- Gerçekten sormak istediğin soru bu mu tam bu noktada?
- Evet. Değsin isterim yaşanacaklara.

Bir sessizlik.

- Sıradan biri işte.
- Bana benzeyecek mi?
- Hayır tamamen farklı olacak.
- Sıradan olamaz o halde.
- Hepsi sıradandır sadece sevişeceksen.
- Hatırlayabilecek misin?
- Neyi?
- Sadece sevişecek olmayı?

Sessiz bir an daha.

- Bir daha gelmeyeceğim.
- Gelmeyeceksin.
- Sende gelme ama.
- Gelmem.
- Arama da!
- Aramam.
- Üzülme de.
- Orası beni ilgilendirir.
- Bunun her yeri seni ilgilendiriyor olmalıydı!
- Burada olsaydın eğer...

Sessizlik yeniden.

- Seni çok sevdim ben.
- Biliyorum.
- Sen?
- Senin kadar değil.

Murat IŞIK




15 Şubat 2012 Çarşamba

Serbest Saçmalama (Bir Gün) Bilge İçin Özel Gösterim

Bir gün bir çarpıya basmakla yok olursun.
Bir gün biri yazar ekranına. Sen yoksundur. Ama hatırlanıyorsundur.
Bir gün bir bakarsın her yerden harfler akmış üstüne, yokluğunda. Nasıl olur dersin? 
Bir gün bir tek kelimeye gebe saatlerce beyaz sayfalara bakar beklersin.
Bir gün çıkarsın içinden. Bir daha geri dönemezsin. Bakarsın vücudun yatmaktadır. Huzurlu gelir gözüne. Kalsın dersin öyle.
Bir gün kendine kızarsın. Sonra küsersin. Sonra barışırsın kendinle ama yorgun düşmüşsündür. Diğer tüm küstüklerinle barışmak istemezsin.
Bir gün bir kadınsındır. Bir gün erkek. Bir gün biraz yumuşak gelirsin her iki haline de.
Bir gün katısındır. Kırıcı olmak zorundalık mış gibi gelir. Sevmezsin zorunda olmayı. Kendini alışmış sanarsın katılığa.
Bir gün sıvısındır. Duramazsın hiçbir yerde. Akar gidersin. Arada birileri çalar akışkanlığından. Kana kana içer. Bütünlüğünü kaybedersin farkında olmadan.
Bir gün gaz halindir. Seffaf sanarsın kendini. Herkese pandik atarsın nasılsa görmezler diye. Görseler de istersin bir taraftan. Onlara kötülük yaptığın bilinsin istersin. Hava soğur aniden. Donarsın. Birinin ayağı kayar düşer üstüne. Kırılırsın. Düşer her bir parçan yerlere. Dağılmışsındır, toplanmak için; ısınsın hava diye dua edersin.


Murat IŞIK

Karalar İçinde

KARALAR İÇİNDE

Tüm kemikleri kırılmıştı. Hissediyordu. Hem burnundan hem ağzından kan geliyordu. Yağmurun şiddetinden gözünü açıp, onun nerede olduğuna bakamıyordu ama; çevresinde çamura batıp çıkan botlarının sesini duyuyordu. Arada bir şimşek çakıyordu. Kalbi her şimşek çakışında bir korkuyla doluyordu. Bitsin istiyordu. "Öldürsene beni orospu çocuğuuuuuuuuu" diye bağırdı tüm gücünü harcayıp. Bir cevap alamadı. Daha çok öfkelendi.. Nefesleri bir yarış atınınkileri andırıyordu. Kalbinin şiddeti, önündeki su birikintisinde; küçük yaratıklara tutsunamiler yaratır gibi dalgalar oluşturuyordu. "Ne bekliyorsun? Hadi hazırım."

"Seni azad ettim" diye bir ses duydu ve yürüyüp giden birinin adımlarını. Ağlamaya başladı. Şimşek, uzaklaşan arabanın üzerinde bir havai fişek gösterisi gibi yeniden çaktığında, korkmadı. Aksine, elektroşokla hayata dönmüş gibi hissetti kendini. Bir güç hissetti içinde. Hücrelerinin her biri, hayata tutunması için ayaklandı. Sağ elini yüzünün hizasına koyup itti kendini. Sırt üstü döndü. Gökyüzüne baktı bir süre. Akan yaşlarıyla birlikte, yağmurun yüzünü temizlemesini bekledi. Gözlerini kapadı. Nefesini kontrol etti. Kurtulduğuna sevinmişti.

Gözlerini yeniden açtığında karalar içindeki yüzü gördü. Şaşkındı. Gitmişti oysa! Hayatı bağışlanmıştı! Nefes alışları hızlandı yeniden. Ağlamaya, yalvarmaya başladı. Bir silah doğrultuldu yüzüne. Demin olduğunun aksine; ölmek istemiyordu artık...

- Hala hazır mısın?
- Hayır dur. Lütfen. Yalvarırım.
- Elveda sevgilim.

Silahı tutan el, parmağı düşürdü. Tam sol gözünün üzerinde durdu herşey.

Murat IŞIK




14 Şubat 2012 Salı

Kılçıklı Balık Sohbeti

KILIÇIKLI BALIK SOHPETİ

- Bu akşam canım balıkla rakı istedi.
- Gidelim alalım hadi.
- Üşenmez misin yapmaya?
- Seninle ilgili neye üşendiğimi gördün?
Gülümsedi çocuk. Avuç içini, kadının boynunun sol yanına koydu. Kadın başını sola eğdi. Elinin dışını sevdi yanağıyla. Bir kedi gibiydi. Bazen kendini sevdirirdi böyle sürünerek adamın hayran olduğu ellerine.
- Hiç görmedim.
- Göremezsin de zaten.
- Ne zaman vazgeçeceksin?
- Şimdi değil!
Sesini yükselterek söylemişti son cümleyi. Sinirle söylenmiş gibi. İçindeki vurgu, bu "Şimdi değil" lafının; "şimdi bu konuya girme"" manasına geldiğini hissettiriyordu. Anlamamış gibi yaparak devam etti çocuk. Canı biraz saldırgan davranmak istiyordu...
- Yarın?
- Şimdi yapma!
- Neden?
- Çünkü keyifliyim. Çünkü ben ne zaman bu kadar keyifli olsam bir yolunu bulup damarıma basıyorsun.
- Belki.
- Kabul ediyorsun yani.
- Yok. Her zamanki gibi inkar etmek için belki dedim.
- Buna katılmayacağım bu sefer. Hadi gidip balık alalım.
- Hadi.
Kapıdan çıkıp sahile yöneldiler. Yol boyunca konuşmadılar. Sadece şarkıları dinlediler. Kadın keyifli görünüyordu. Hayretle dışarıyı izliyordu. İlk defa görmüşcesine. Denizi gördüğünde daha bir heyecanlandı. Kafasını kaldırdı daha geniş açıdan bakmak için. Gözlerini kapadı. Camı hafif açıp, içine derin bir nefes çekti burun deliklerinden. İstanbulu kokladı. Çocuk gibi kokardı İstanbul. Bu sebeple sevmişti ya zaten bu şehri. Hemen döndü neşeyle. "Bizim balıkçıya çek" dedi. Çocuk, bu neşeli hale gülümsedi. Başını onaylar gibi sallayıp, en sevdiği bölümüne gelen şarkıya; bağıra çağıra eşlik etti. Kadın ona hayran hayran baktı. Boğaza baktığından daha hayran...
Kadın araba daha tam durmamışken kapıyı açıp atladı. Hoplaya zıplaya balıkçıların yanına koştu.
- Selam Kaptaanlaaar.
Adamlar bu sevimli kadını görür görmez yerlerinden kalkıp onun yanına gittiler gülücüklerle. "Neerdeeesun?" diye sordu kaptanlardan biri. "Buralardayım kaptan" dedi.
- "Sen nasılsın? İşler nasıl?
- Ha bu denizle boğuşayruz. Keyfuni siz süreysuğuz bunun haaa! Eziyetu bizedur.
- Sen olmasan keyif mi olur kaptaaaan? bastı kahkayayı kadın.
Sıcak kadınları severdi çocuk. "İnsan olmalıydı" önce bir kadın. Orhan Velinin dediği gibi "Sadece kadın değil! İnsan."
O da arlarına karıştı. Biraz ondan bundan sohpet ettiler. Av yasağından konuşuldu. Balıkların azaldığından. Yakında rakıların öksüz kalacağından. Sonra balıklara baktılar. Kadın sen seç dedi çocuğa ama kaptana göz kırptı. Hani sende boş bırakma bunu! gibisinden. Sonra öbür uçtaki manava koştu. Çocuk onun neşesini izlemeye doyamadı. Manava doğru hoplaya zıplaya giden kadının, gülümseyerek baktı arkasından.
- Çok şanslisun uşağum. İnsan bir kadin bu. Ha buraya her gelur. Baştan sona halimizu, hatrimizu sorar. Sanki bizdendur. Sanirsun Laz karisi.
- "Beni sevmiyi misun?" dedi çocuk kaptana aksan yaparak.
- Sağa da kurban aslanum!
- Ne yiyelim kaptan?
- Ne içeceksun onu de bağa.
- Rakı.
- Ha sen dur buraya. Ben ayiklayayım oni.
"Peki" dedi ama kendini de gülmekten alamadı çocuk. Ne güzeldir bu ülkenin insanları. Bir kere seni sevmeye görsünler, her işine karışırlar. Senin fikrinin bir önemi kalmaz kendi uzmanlık alanlarında. Onlar seçer, elleriyle beslerler gerekirse.
Çocuk balıkları beklerken, kadın elinde yeşil ve kırmızılıklarla dolu torbalarla geldi. Bir elini çocuğun ağzına doğru uzattı. İki parmağının arasında bir kırmızılık vardı. "Aç ağzını" dedi. Çocuk önce ne olduğuna bakmak istedi. Çocukken ailesi böyle yapardı ona. Yemek yemezdi pek. Onlarda ani hareketlerle bir anda, daha çocuk ne olduğunu bile anlayamadan; ağzına birşey tıkarlardı. Bundan kalma bir alışkanlıkla; kendisine uzatılan herşeyi yemeden incelerdi.  Seçme hakkı olsun isterdi. Yemek ve yememek üzerine. Kızın elindeki minik bir turptu. Hoşuna gittiği için ağzını açıp, yedi bir çırpıda. O sırada bir diğer kaptan onlara midye getirdi. Onuda yuttular. Beğendim ama çok sıcakmış dercesine sesler çıkararak. Balıklar alındı. Son şakalaşmaların ardından arabalarına binip, el sallamalar arasında uzaklaştılar.
Yolda fırına uğradılar. Sıcak ekmekler alındı. Sonra mezeler ve içkiler alındı konusunda uzman bir marketten. Eve döndüklerinde yorgundular.
- Hemen başlayayım mı? Acıktın mı çok?
- Biraz oturalım gel.
Hoşuna gitti bu fikir kızın. Birer sigara yaktılar. Televizyonu açmaksızın oturup birbirlerini izlediler bir süre. Kadın yerinden kalkıp çocuğun dizlerine yattı sigarası bitince. Çocuk saçlarıyla oynarken; kadın uyudu. Çocuğun da onu izlerken geçti içi. O da gözlerini kapadı.

Devam Edecek

Murat IŞIK




13 Şubat 2012 Pazartesi

Serbest Saçmalama (Bir Gün) Filmin Devamı

Bir gün bir film izlersin, bir komedi filmidir; ama gülmezsin.
Bir gün bir film izlersin. Bir karekteri çok beğenirsin. Sonra onun gibi yaşamak istersin. Sonra sıkılırsın. Bir başka film alırsın çekmeceden.
Bir gün bir şiir okursun. Kimin yazdığını merak edersin. Bulursun yazarını, gider tanışırsın. Güzel olmuş dersin. Kime yazdığını neden yazdığını sormanı bekler gibidir. Umursamaz dönersin. İstediğini almışsındır.
Bir gün istediğin hiçbirşeyi alamadığından yakınırsın. Gidersin alırsın ikişer tane herşeyden. Eve geldiğinde bakarsın üçer tanedir hepsinden. Doyumsuz olduğunu fark edersin.
Bir gün bir kadın gelir kapına. Aç der. Sesini çıkarmazsın, yokmuşsun gibi. Aç der ağlar. Senin duymamak için kulaklarını kapamana gerek yoktur. Duymazsın.
Bir gün bir kadının kapısındasındır. Ama kapıyı çalmazsın. Açacağından korkarsın. Bilirsin beklemektedir.
Bir gün arabada ellerini bırakırsın direksiyondan. Başının arkasına dayarsın. Gaza basarsın. Yoldan çıkarsın. Ayagını çekmezsin gazdan. Aksi gibi Allaha inanasın gelir o an. Dua edersin.
Bir gün telefonun çalar. Bir kadın ağlamaktadır. Kaza der. Duydum. Sen sandım der. Bendim dersin. Öldün sandım der. Öldüm dersin. Artık yokum sende arama bulamazsın. Bir an bahanen olur ölmüş sanılmak.
Bir gün aynaya bakarsın. Güzelsindir. Kırarsın aynayı. Kana bulanır güzelliğin. Kırmızılık yakışır yüzüne.
Bir gün aynaya bakarsın. Çirkinsindir. İyice temizlersin aynayı. Farklı görünürsün parlaklıkta. Suçu ona atar rahatlarsın.
Bir gün yazarsın. Alkollüyken.Bir gün okursun. Ne yazdığını anlamadan.
Bir gün dinlemeden kesip atarsın bir konuyu. Bir gün umursarsın. Bir gün can kulağı ile dinlersin aynı senaryoyu. Anlatan şaşkındır dinlediğine. Sen şaşkınsındır hala anlatabiliyor olmasına. İçinden söversin.

devam edecektir.

Murat IŞIK

Sembolik Şairi Anarken 10 (Karışık Şiir)

KARIŞIK ŞİİR

Hepimiz bir adım ilerimizdeyiz!
Bizden başka bizler var.
Onlar bizim kopyamız,
Biz onların taklidiyiz.
Bir adım öndeki bizden ileri,
En arkadaki onlardan geriyiz.
Kıvrımlarımızda oynaşırken düşleri;
Biz onların düşlerindeyiz.

Murat IŞIK

12 Şubat 2012 Pazar

Being You (The Scream Of The Second Personality)

BEING YOU

Take me out.
I don't want to be inside of your toughts.
They are poisened,
They are sick.
I am sick of your fake loughs.

Just let me go, before the strangers see my dead bodies.
Just let me go, before I loose my power and accept your chains.

If you will not set me free;
Then teach me how to deal with your pains.
Give me the cure of being you.
You are poisened,
You are sick.
I dont want to die in you.

Murat IŞIK








Sembolik Şairi Anarken 9 (Zaman)

ZAMAN

Zamanı çaldı keman,
Rüzgarlar sustu,
Saatler durdu.
Annem,
Babam,
Sevgili,
İnsanlık...
Hepsi durdu.
Giden trenler,
Gelen vapurlar,
An ve an eskiyen papuç,
Son nefesinin yarısında bir adam,
Doğmak için kafasını çıkarmış bir bebek,
Sevişen bir çiftin orgazmı...
Hepsi durdu.

Notalar bittiğinde;
Hayat, yeniden döndü hayatına...

Murat IŞIK


Elektrikçi

ELEKTRİKÇİ

Kan ter içinde çıktı ameliyathaneden. Hemen çevresini sardı insanlar. "Nasıl geçti doktor? Lütfen bir şey söyleyin."
"Ölmeyecek" dedi sadece. O haber "iyi geçti" olarak algılanıp o yönde aktarıldı kulaktan kulağa. Sonunda öyle bir hale geldi ki; iki güne çıkacağı bile söylendi.

Bir hastane odasında açtı gözlerini. Beyaz floransanlar gözlerini aldı. Kafasını oynatmak istedi. Başaramadı. Gözleriyle önce bakabildiği kadar sola sonra sağa baktı. Seslenmek istedi, sesi çıkmadı. Vücudunu hissedemiyordu. Ürkmüştü. Bir süre öylece kaldı.

Kadın odadan içeri girdiğinde, çocuk gözlerini tavana dikmiş duruyordu. Bu durumla yüzleşenin, kendisi olmasını istemedi. Hemen gidip doktora haber verdi.

Hastalarının en sevdiği halleri, narkozlu, baygın yatarken ki halleriydi. Ölümü ve acıyı umursamadıkları yegane an oydu. Korku duymuyorlardı. Bazıları rüya bile gördüklerinden bahsetmişlerdi. "Bence tüm hastalar tamamen iyileşene veya ölene kadar, yapay koma halinde kalmalılar" demişti bir arkadaş ortamında. Bu sözü pek hoş karşılanmamıştı. İnsani değerlerden yoksun olduğu yaftası bu konuşmanın sonrasında yapışmıştı üstüne.
Hemşire gelip çocuğun gözlerini açtığını söylediğinde de, bu düşünceyle hareket etmiş olacak ki; pek mutlu gözükmedi.

Çocuk kapının açılıp kapandığını duymuş, gözlerini her yönde döndürebildiği kadar uca döndürmüş, fakat kapıyı bulamamıştı. Ellerini hareket ettirmek için birkaç dakika daha çaba sarf edip, sonra vazgeçti. Zihni yorulmuştu. Bedeni ne durumdaydı acaba. Yorgun muydu? Üşüyor muydu. Bunları düşünürken dehşete kapıldı. Acaba tümü orada mıydı?

Doktor koridorun başında gözüktüğünde, otlağa dağılmış koyun sürüsü gibi duran insanlar bir hareketlenme ile, istemsiz bir hilal diziliminde kapının önünde toplandılar. Kalabalık üstüne üstüne gelirken, bir kanamayı durduğu andan daha büyük bir heyecan hissetti üzerinde. Hasta yakınları hastanelere sokulmamalı diye düşündü. Bu düşüncesini ezen bir yapay sırıtma yerleştirip dudaklarına; "Hastamız gözlerini açmış. Durumuna bakmaya geldim" cümlesini, bir bakanın, peşindeki gazetecileri geçiştirme politikliği ile söyledi. Bu sırada eli kapıdaydı ve insanların mimiklerini beklemeden içeri girdi.

Çocuğun baş ucuna geldi. Gözlerine baktı. Ne kadar güzeldi. Ona gülümsedi. Çocuk ta onun gözlerinin içine bakıyordu ama benzer bir tepkide bulunmadı. O an anladı.

Doktor kendisine gülümsedi. Çocukta doktora gülümsedi. Ama doktorun yüzünde bir keder belirdi aniden. Bir terslik mi vardı?

"Bir kaza geçirdin" dedi doktor. "Hastanedesin."
Çocuk "biliyorum" demek istedi yapamayınca gözlerini kapayıp açtı.

Bilinci yerindeydi. Durumunun farkındaydı. Akıllı bir çocuktu belli. Konuşma yoksunluğunu sezmiş ve hemen bir çözüm üretmişti. "Bunu hissediyor musun" diyerek çocuğun elini tuttu. Gözlerini kırpmadı bu sefer çocuk. Demek ki hissetmiyordu. Emin olmak için bir iki farklı noktaya daha basınç uyguladı. bu sefer "Ya bunu" derken sesinin tonu yükseldi. Neden bunu yapardı ki insanlar? Birinin konuşamıyor olması, duymuyor olduğu anlamına gelmezdi. Hem az evvel evet anlamında gözlerini kırpmıştı çocuk. Demek ki duyuyordu. Aklını toplayıp çocuğa baktı tekrar. "Korkma" dedi sadece. Bu sefer sesinin tonu yumuşak ve şiddeti azdı.

Doktorun "Bunu hissediyor musun" diye bir kaç kez sormasından sonra; uzuvlarının çoğunun yerinde olduğuna kanaat getirdi çocuk. En az beş kere sormuştu. İki kol, iki bacak, birde vücuttan hesaplasa bütünlüğü sağlıyordu. Birde kıpırdasalar...

Doktor kapıdan çıkınca bıraktığı kalabalığın fazlası ile karşılaştı. Yeniden bir hilal oluştu önünde. Basın mensuplarına bu sefer daha açık konuştu. "Hastamızda hissetme sıkıntısı var. Geçici olabilir, araştıracağız." dedi. Gayet netti. Gelin görün ki dinleyenler senaryoyu başka yazdılar.

Çocuk felç olmuştu. Vah Vah lıktı. "Öyle dendi ya canım az evvel". Tamam belki Fransızca gibi nazik söylendi ama... Tetkikleri metkikleri beklemeye gerek yoktu. Bir tekerlekli sandalye nereden bulunurdu? Bunlar konuşulmaya başlandı ıssız köşelerde. Birinci dereceden uzak herkes için, burada yapılacak birşey kalmamıştı. "Allah sabır versin" diyerek çekildiler. Kimse geçmiş olsun demedi; zira geçmeyecekti.

Çocuk bir ses çıkardı ağzından. Kıçından çıkmış gibi bir ses ama olsun. Dudaklarını hissetti nefesinin esintisiyle. Dilini döndüremedi. Demin dudaklarını bile hissetmiyorken ki halinden ise, bunu tercih etti. Ve gülümsedi. "Şimdi gelsin işte doktor. Gülücükler atayım sevinsin o da." diye geçirdi içinden. Gözlerini, doktorun geldiği yön olan sağa çevirdi ama kapının "muhtemelen" olduğu yeri göremedi.

Doktor, odasında; ameliyatın tümünü kafasından tekrar geçirdi. Sinirler ne sinir şeylerdi? Uç uca eklenirlerdi de ayar tutmazlardı bir türlü. Biyonik elektrikçilikti tam olarak yaptığı. Kısa devre nerededir bulmalı onarmalıydı. Ama önce çocuğa durumu izah etmeli diye düşündü.

Murat IŞIK











  











11 Şubat 2012 Cumartesi

Serbest Saçmalama (Bir Gün)

Bir gün çıkarsın evden. Sağa dönersin sebepsiz. Yalıların önüne geçersin, deniz görünür.
Bir gün tam tersi istikamete gidersin. Tepeye doğru Etiler' e. Bir yamaca tünersin., deniz görünür.
Bir gün ölmek ister canın uyandığında. Eczaneye gidip, adını bilmediğin reçetesiz ilaçlardan alırsın; başım ağırıyor bahanesi ile. İçersin hepsini; bir şey olmaz. Hatta iyi gelir aksine.
Bir gün bir kadın gelir. Seni sevdiğini söyler. Arkanı dönüp kaçarsın.
Bir gün bir kadın görürsün koşan. Ona yetişir onu geçersin sırf inadından.
Bir gün uyanırsın pis bir sokağın tam ortasında. Ellerin kırılmıştır. Dayayıp yere kalkamazsın ayağa.
Bir gün ayağa bir kalkarsın. Sırf erkekliğine bok sürdürmeyesin diye; bir daha dönmezsin geriye.
Bir gün biri küfür eder sana, geçer gidersin. Bir gün bir küfür duyar, hapse girersin.
Bir gün ağlamak zor gelir. Bir gün gülmek. Gülmek hep zordur oysa, o gün bilmezmiş gibi yaparsın.
Bir gün bilirsin her şeyi. Bir başka gün unutursun.
Bir gün unutulursun en bilindik anında.
Bir gün bir güneş batar. Sen vazgeçersin batanlara tapmaktan. Kimin kime taptığı önemsizleşir bir gün. Herkes kendi başının çaresine bakar.
Bir gün bir dilenci gelir camına. Allah rızası için der. "Siktir" dersin. Bir gün bir başkasını görürsün uzaktan. Yanına gider bir onluk verirsin sebepsiz. Tam dua edecek gibi açar ağzını. Kolunu tutarsın. Koltuk altına yakın dokunursun. Bunun için dersin. Susar.
Bir gün bir kadın oturur yanına barda. Sana bir içki ısmarlar. Sonra sorar. Söylemezsin. Daha yakınına sokulur. Daha çok sorar, söylemezsin. Kulağına yaklaştırıp dudağını, daha bir seksi sorar. Arkanı döner gidersin. Kadınlar hep sorarlar çünkü.
Bir gün biri ölür, cenazesine gidersin. İçinde hüzün yoktur. Çok yakının da değildir üstelik. Kimseyi tanımasan bile, ağlayan herkese "Başınız sağ olsun" der geçersin. Hakkın var mıdır yok mudur bilmezken bile, helal edersin geçer.
Bir gün bir kadının tam karşısına oturursun. Hava yağmurludur.Ayrılık zamanları hep yağmurlu mu olur? "Seni sevmekten yoruldum" dersin. Ağlarsın da bir yandan. Çok ta gerekliymiş gibi özür dilersin. "Sen neden ağlıyorsun" diye sorar kadın. Cevabın yoktur. "Seni seviyorum" der gidersin. Bir gün geri dönebilme ihtimalini açık bırakarak.
Bir gün hava kötüdür. Kadın yola çıkmak ister. Git dersin. İçinden umursamak gelmez.
Bir gün bir kadehin dibini görmek için dikersin kafana. Yalandır. Sen kendi dibe vurmuşluğunu ararsın o kadehin dibinde. Kimse anlamaz ama sen kanmazsın.
Bir gün oturursun yalnız. İçersin. Oysa ayıklığın, ve sarhoşluğun yanındadır. Yanlız kalamazsın.

Devam Edecek

Murat IŞIK





Keşke


KEŞKE
 
Akşamın bir vakti gitseydin keşke.
Günle savaşım olmazdı o vakit.
Hala sever olurdum güneşi, ve aydınlığından canlanan her ne varsa...
Şimdi onlar aydınlanırken, ben kanıyorum,
Kararıyorum;
Ölürcesine...
 
Bakıyorum uyanıyor şehir.
Uyanıyor insanlar.
Esnemek için camlarına üşüşüyorlar ahşap çerçevelerin.
"Kırağı yağmış" diye, gülerek söylüyorlar heyacanla diğerlerine,
"Onlar kuşluk vakti akan yaşlarımdır" desem inanmayacaklar.
Ama, öyle!
Her sabah bir nöbet gibi hıçkırıklara boğuluyorum.
Nefesimi tutasım var.
Gün doğumundan, iz düşümüne...
 
Bu şehri sevdiysem,
Akşamlarından.
Hani değdiğin her yerde duruyor ya hala izlerin;
Son içtiğimiz kadehteki iki kırmızılık...
Biri şarabın tortusu,
Biri ise busedir dudaklarından.
 
Bir sabah,
Gün doğumundan hemen sonra, aynanın karşısında bir adam.
Yüzünde ki kırmızılıklar, kadehtekinden farklı.
Gözünün tam altında iki parmak izi, kurumuş susamışlıklar.
Ayıkken gitmeseydin keşke;
O vakit,
Bu alkoliklik üstüme yakışmazdı bu kadar...
 
Murat IŞIK

Sembolik Şairi Anarken 8 (Koyvermek)


SEMBOLİK ŞAİRİ ANARKEN 8 (KOYVERMEK)

Dört kişiyle aynı anda satranç oynuyor gibiyim. Bir masada bir hamle yapıp, saate basıp, diğer masaya geçerken; yolda toparlayabiliyor muyum hamlelerimi?
 
Karşımdaki rakipler kim? Silüetleri ayarsız. Belli değil mimikleri. Ben ne yüzsüz insanları devirmiştim daha kalabalık çatışmalarda. Ama aklım bu kadar keşmekeşte miydi?
 
Birkaç kez sınadım piyonlarımla. Şimdi biraz daha eminim. Veziri oynatmama gerek kalmadan üç hamlede bir bir kurtulabiliyorum hepsinden. Ama istediğim bu mudur? Yoksa bırakmak mıdır artık. Şöyle bir çeksem kalelerimi önlerinden. Ama kaybetmek istercesine görünmese hamlelerim. Sadece aceleden, bir küçük önsezisizlik gibi olsa. Fillerin darbesiyle düşse şahlarım bir bir yere, ard arda zamanlarda. Kazananlar bir sevinçtir tuttursalar. Ben mağlup gibi üzgün olmasam da ellerini sıksam yanlızca. Bilmem kaçıncı defasında kalabalıklarla mücadele edebiliyor güçte olmamın hazzını yaşıyor olsam gizlice. Ve yine gizlice sevinsem; başka bir zamanda daha kalabalıklara birikebilmeye gücüm olduğuna...
 
Murat IŞIK 

Ölümden Dönmenin Faturası


ÖLÜMDEN DÖNMENİN FATURASI

Bir süre test sonuçlarına baktı. Sonra biraz değerlendirme yaptı. Kesin emin olduğu konularda sonuçlar negatif çıkmıştı. Aklı iyice karışmış gibiydi. Nabzını ölçmek için kolunu tuttu çocuğun. Bir taraftan saatine bakıp yarım dakika boyunca saydı. Hesap yapar gibi gözlerini tavana dikti bir anlığına, sonra;
 
- Çok fazla. Dakikada yüz kırk.
 
- Heyecandandır.
 
- Ne heyecanıymış bu?
 
- Birazdan geçer.
 
- Her seferinde yaklaşık aynı çıkıyor. Üstelik Dideral' e rağmen. Bırakmalısın içkiyi. Geriye pek bir şey kalmış görünmüyor.
 
Cevap vermedi çocuk.
 
- Tutup sana alkolle etkileşime giren bir ilaç yazmak istiyorum ama...
 
- Gerçekten mi? Ne yapıyor mesela?
 
- Zehirliyor.
 
- Emin misiniz? Yani bu ilacı bana yazma konusunda?
 
- Değilim. Hoşuna gider diye korkuyorum.
 
- Yazarsanız aksatmam. "Hiçbirşeyi!!!" Gülümsedi çocuk.
 
- Yaraların nasıl?
 
- Şekilliler.
 
- Nasıl oldu biraz daha detaylı anlat?
 
- Bir dahakine anlatsam olur mu? Zaman yetmeyecek gibi...
 
- Peki. İlacın var mı?
 
- Yok. Kalmadı. Malum bu ara günde iki üç...
 
- Yazalım o halde. Sersemlik hissetmiyor musun iş yerinde?
 
- Bazen. Ama çoğu zaman normalleşiyorum.
 
- Aklındaki düşünceler uzaklaşıyor gibi bir normallik mi?
 
- Yok. Onlar kitaplıktalar da okuma isteğim yokmuş gibi daha çok.
 
İlacı yazdı doktor. Teşekkür edip elini sıktı çocuk. Kapıya kadar eşlik etti doktor ona. "Haftaya" dedi gerisini getirmedi. "Tamam" demekle yetindi çocuk.
 
Kapıdan çıktı. Asansöre binmek yerine merdivenlerden indi. Ne kadar dar ve karanlıktı. Tünelin sonundaki ışığa yürüdü. Birden adının seslenildiğini duydu. Sesin kime ait olduğunu anlamak için kafasını sese yöneltmek yerine, bu sesin sahibi olabilecek kişilerin yüzlerini geçirdi gözünün önünden slayt halinde. Sonra bir resimde durdu. Asistandı. "Efendim faturanız" Geri çıkmaya başladı merdivenlerden. Bir kahkaha attı o anda.

Her şey ölüm gibiydi. Önce bir koridordan ışığa yönelmişti. O sırada biri adını sesleniyordu ve tanıdığı insanların bir kısmı film şeridi gibi geçmişti gözlerinin önünden. "Işığa yürüyordum. Sonra hoop çektiler geri." dedi ve bir kahkaha daha. Kadın eline faturayı tutuşturdu şaşkın bir ifade ile. "Kusura bakmayın" dedi çocuk. "Geri dönmenin de bir faturası varmış" diyip bastı yeniden kahkahayı. Kadın korkarak gülümsedi. Sırf kibarlığından kapıyı suratına kapamadığını biliyordu çocuk. Yoksa kadının ilk işi tuvalete gitmek olacaktı. Yüzünden belliydi korkusu. Çocuk gülerek döndü arkasını ama bu sefer asansöre yöneldi.
 
Asansörün kapısında durdu düğmeye bastı. Aklında koridor, ışık, fatura, suretler, içkiyle etkileşen ilaç vardı. Nereye gidebilirdi düşünmek için?
 
Murat IŞIK