28 Haziran 2012 Perşembe

Ateş Yolunda Akıl Oyunu

Bir zaman öncesi...

Sahildeyim. Hararetli bir tartışmanın ortasında. Karşımdaki kadın hiddetle kendini savunuyor. Üstelik suçlu bile değil. Tamamen kabahatli olduğumu bildiğim bir konuda, zeytinyağı gibi üste çıkmış; onun çırpınışlarını izliyorum pişkin pişkin.
Güzelce bir kadın. Aslında susması yeterli. Ona hak vermeye meyilliyim nasıl olsa. Konunun kapanması benim daha çok işime gelecek. Ama yapmıyor. Sürekli kendini ifade etmeye çalışıyor. Savunma yapan biri için bu, kontrolsüz bir zamandır. Duygu çeşitliliği yaşar. Bir yanı ağlamak, bir yanı "yeter be!" demek ister. İkisini de beceremez. Gözleri dolar ama akmaz yaşlar. Konuşmayı sürdürür. Büyük bir hata!
Gözlerimi denize doğru çeviriyorum. Güneş, hilal şeklindeki koyun tam ortasında batıyor. Soyutlanıyorum içinde bulunduğum zaman ve mekandan. Kadının sesi, bir uğultu artık. Bir taş plağın yavaş oynatılmasıyla oluşan gibi boğuk ve kalın. Solumdaki yamaçtan bir esinti gelip içimden geçiyor. Sağ tarafımdaki kumsalda minik bir hortum oluşturuyor. Önce bir hayalet gibi. Renksiz. Yerden biraz kum havalandırıyor. Bej bir renk kazanıyor. Sonra sahile yaklaşıyor iyice. Biraz su katılıyor içine. Kum taneleriyle birleşince kahverengi noktacıklar oluşuyor içinde. Güneşin batış hizasına ulaşınca alevden bir girdaba benziyor. Sonra geldiği gibi kayboluyor.
- Aşk gibi...
- Ne!
- Aşk gibi! Geldi ve geçti. Saydamdı önce. Sonra renklendi. Sonra yandı ve kayboldu.
- Bu kadar yani! Geldi ve geçti ne demek ya! Sen varya tam bir götsün.
Başkaca zamanlardayız. Başkaca lisanlarda.
Basıyorum kahkahayı. "Sana demedim!" diyebilirdim. Demiyorum. Böylesi işime geliyor. Canım yüzmek istiyor hem...
Kalkıyorum yerimden. Kadına uzanıp alnından öpüyorum. Şaşkınlıkla bana bakıyor. Ağzı açık. Çenesinin altından tutup kapatıyorum. Dudaklarından öpüyorum bir kere de. İtiraz etmiyor. Koşmaya başlıyorum. Durmadan taa denizin içine kadar! Sonra gün batımına doğru yüzüyorum ateş yolunu izleyerek...
Sahile bakıyorum bir ara. Kızıllığıyla güneş yansıyor camlardan. Tüm evler alevler içinde yanıyor gibi duruyor. Kadın orada yanıyor gibi...
Bir yanılsama biliyorum. Ama o an böylesi güzel geliyor...

Murat IŞIK
    

26 Haziran 2012 Salı

Esinlenme 3. Bölüm (Mektup)

Sevgili Pedro,


Sana uzun zamandır yazamadım. Julietta bir trafik kazası geçirdi ve komaya girdi. O güzelim vücudunun gün geçtikçe eriyişini izlemek beni fazlasıyla üzdü. Kendimi lanetlenmiş gibi hissediyorum.
Diğer tüm yattığım kadınları ona feda edebileceğim hususunda dualar edip mumlar yakmama rağmen; Tanrı oralı olmadı.
Doktorlar bir hafta süresince gelip gidip durumunun stabil olduğundan bahsettiler. Bir hafta sonunda da elime bir fatura tutuşturdular.
Tanrım Pedro!
O, muhteşem bir fiziğe sahip olabilir, hatta tarihin gördüğü en iyi sevişen kadın da olabilir ama hiçbir orospu uğruna bu kadar para harcamaya değmez. Hemen gidip fişini çektim. Huzur içinde yatsın...
Beni yadırgama Pedro! Senin kadar zengin değilim...
Dualarıma cevap vermeyen Tanrı, sağ olsun; lanetini esirgemedi benden. Yolladığı adamlar, oracıkta beni yakalayıp kelepçelediler. Onlara, Juliettanın gözlerini açıpta, onu öldürmemi istediğine dair bir takım yalanlar salladım ama; yemediler tabii.
Beni götürürlerken baş hekime bakıp gülümsedim ve "O faturayı götüne sok şimdi orospu çocuğu!" diye bağırdım. Hıncımı aldığım pek söylenemez. Ama pes etmiş değilim. Bir planım var!
Mahkemede; O piçin, bana faturayı verirken; eğer ödemezsem fişi çekecekleri konusunda telkinde bulunduğunu söylemeyi planlıyorum! Sence de bu onu, benim suç ortağım yapmaz mı Pedro?


Seni durumumdan haberdar edeceğim...


Sevgilerimle






Murat IŞIK
Juan David' e


25 Haziran 2012 Pazartesi

Savaş

Yüzüm farklılaşıyor aynalarda.
Bana benzemiyor artık hatlarım.
Ellerim de,
Parmak izlerim de değişiyor ha bire.
Kimliksizleşiyorum.


Fırsat bu fırsat,
Cinayetler işliyorum.

Ağzımın içinde, öpüştüğüm tüm kadınların DNA ları kurban ediliyor.
Hafızamda, tanıdığım tüm insanların silüetleri, 
Geriye bir şey kalmaksızın siliniyorlar.


Savunmaya geçiyor naif yanım.
Kalbimdeki kirli tarafa savaş açıyor beyaz kan hücreleri,
Benim ise kirlenesim var.
Taraf tutuyorum.
Zehir gibi içiyorum lanetli sözleri.
Sonunda;
İçimde beyaz olan ne varsa,
Kararıyorlar...


Kötü anılarıma bir komut veriyorum;
Mutlu olanlara saldırıp,
Katlediyorlar.
Hafıza bölgemdeki beyin hücrelerim,
Bir bir düşüyorlar yere.
Kesif bir ceset kokusu yayılıyor.
Tiksiniyorum.


Bir mezarlık yaptırıyorum,
Bilinç altı manzaralı.
Bir kaç dua yazıyorum girişine.
Bir de çeşme.



"Oh" diyorum.
Hem sessiz her yer.
Hem de kokmuyor işte...


Murat IŞIK

21 Haziran 2012 Perşembe

Esinlenme 2. Bölüm



Bende seni düşünüyordum tam üstüne aradın....
İyiyim ben merak etme, bir yanım kocaman bir kadın, bir yanım küçücük bir oyun çocuğu hala... 
Yaşlanan bedenim mi, ruhum mu işte onu bilemiyorum Diego... 
Nasıl bir muammanın arasında sıkışıp kaldık böyle biz ! ... 
Kim olduğumuzu bulamazken, kim olduklarını anlamaya çalışıyoruz masanın karşısında oturan adamların...
Yoruluyoruz Diego, 
Durduk yere yoruyoruz işte kendimizi böyle...
Şimdi söyle Diego
Sen kimsin,
Ben kimim,
Masanın karşısındaki adam kim?
İyi ki aradın Diego bende tam ne yapmamız gerektiğini düşünüyordum...


Bilmiyorum Pedro;
Bilmiyorum!
Birileri psikolojime sızmaya çalışıyordu bir zamandır...
Sanırım başardılar sonunda!

Dün kendimi, her yanı aynalarla kaplı bir odada kumar oynarken buldum.
İki tane kıçı kırık ikilim vardı sadece.
Ve her şeyimi masaya sürmüştüm.
Her şeyimi!
Seni bile Pedro!
Her zaman biraz salaktım. Ama bu!

Aynalar Pedro aynalar!
Elimi göstermemem imkansızdı.
Anlıyor musun?
Aynalar Pedro,

Aynalar işte!
Her yanım açıktaydı...
Oyuna getirilmiştim.
Kahpece bir kumpas!
Bu adamlar her şeyimi alacaklardı;
Donumu bile.
Sonrasını tahmin bile etmek istemem!

Yapmamalıydılar Pedro...

Bir adamdan sahip olduğu her şeyini isteyemezsin.
Bu adil değil!
Ve; adil bir dövüşte değilsen, her şey mübahtır...
Bende, silahımı çekip vurdum hepsini.
Masadan sadece seni aldım ve geri kalan her şeyi bıraktım.

Onlar, herhangi bir oyunda kaybetmeyi göze alıp ortaya sürebileceğim şeylerdi...
O zaman anladım Pedro;
Şimdi, daha neleri riske edebileceğimize karar verme zamanıdır.
Bence bunu sınayalım... 

Murat IŞIK
(Juan David' e)











20 Haziran 2012 Çarşamba

Yorum Yazıları (Bilim Kurgu)

Ben az evvel geleceğe tükürdüm.
Sıvı transferinden uzak bir nesil için, ıslak bir mikrobum şimdi. 
İçimde geçmişin unutulmuş bakterileri.
Oturup bir de dize yazsam.
100 yıl sonrasına postalasam;
İntihar;
Bio hecesel bir silah olurdu.



Murat IŞIK

19 Haziran 2012 Salı

Üç Adam Bir Gece

Sahip olduğu bedenlerden sıkılmış üç adam bir odada oturmuştuk. Her birimiz kendi en iyi bildiği şekilde sıyrılmıştık bu dünyadan. Kafalarımız başka boyutlardaydı.
Ben elimde bir bira, cevreme yuvarlak halde dizilmiş yirmi küsür tane boş başkaca içki şişesi ve tam bacaklarımın arasında hiç açılmamış bir altılı paketle; budist rahibi gibi oturmuş, yere kadar uzanan aynada arkamda olup bitenlere bakıyordum.
Yanımdaki zayıf çocuk; elindeki özel kestirilmiş dikdörtgen aynanın üzerindeki beyaz tozla; bir ressamın tıpkı bir tuvalin önünde transa geçmişliğindeki ifade ile; bir kadın silüeti çiziktirip sonra beş dolarlık bir banknotla onu, bir nefeste içine çekip, aşka düşme telaşındaydı. Kadının burnunu bir türlü beceremediği için söyleniyordu. "Seni pis fahişe! Estetik yaptırdığından beri tanınmaz haldesin!"
Esmer olan "açım!" diye söyleniyordu. Bir taraftan da tombul parmakları ile marijuana tohumlarını otun geri kalan kısmından ayırmaya çalışıyordu. Sonra hali hazırda küllükte bekleyen cigaralığını eline alıp meşhur keş tutuşu ile derin bir nefes çekip bir süre içinde tutuyor; sonra tüm nefesini son nefesi imiş gibi veriyor ve içindeki orman yangınının dumanı ile, manzaramızı sisler altında bırakıyordu. Derken konuşmaya başlıyordu. Bir şeyler anlatamadan daha; kahkahalara boğuluyordu. Gözleri iyice kısılmıştı. Bir Japon' u andırıyordu. Ne dediğini anlamıyor ama suratına baktıkça gülüyordum. Ben güldükçe o kahkahasının şiddetini arttırıyordu. Zayıf olan neye güldüğümüze kestirmek için çevresine bakınıyordu. Hep tedirgin bir hali vardı. Kafa hareketleri bir tavuğun ki gibi telaşlı ve seriydi. Onu öyle görünce esmer olanla ben iyici koptuk. Kendimi yere bıraktım. Bir şişeye çarptım ve döküldü. Esmer olan gülerken osurdu. Bu iki sesten ürken zayıf çocuk yerinden zıplarken tuvaline diziyle çarptı ve tozlar havaya uçuştu.
- Sizin yüzünüzden. Orospu çocukları. Sizin yüzünüzden!
- Hahahahaha!
- Haaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaahahahaha!
- Gülmeyin lan! Gülmeyin!
Bir taraftan yerdeki tozları toplamaya çalışıyor bir taraftan bize söylenip duruyordu. Ölmek üzereydik gülmekten.
- Oğlum senin kız gene tozu dumana katarak gitti. Hahahahahahaha. 
- Kendi çizdiğin bir kadın bile seni terkediyor. Hahahahahaha.
- Ondan nefret ediyorum! dedi ve ağlamaya başladı zayıf çocuk. 
Doğrusu bunu beklemiyorduk. 
Esmer olan ona sarıldı arkadan. Biraz debelendi ama kurtulamadı. Bende gelip ikisini birden kapladım. Onu iki yanağından sulu sulu öpmeye başladık. Bir yandan da esmer olan "Üzülme sevgilim biz buradayız!" dedi ve güldük. O da komik buldu bunu ve ağlamayı kesip güldü. Ben "Hadi striptiz izlemeye götürelim seni" diye fısıldadım kulağına ve ekledim "Ama aşık olmayacağına söz ver oradaki kadınlara"
Kocaman bir kahkaha tufanı oldu. Bizi yanaklarımızdan öptü. Esmer, cigaralığından bir fırt çekip, parmaklarıyla ters çevirdi ve onun dudaklarına yaklaştırdı. "İyi gelecek." dedi. "Bu toz seni gergin yapıyor!" dedim bende. Nefesi çekip cigarayı geri vemesini bekledim ve ağzına dayadım şişeyi. Ondan da zorla bir yudum aldı. "Nasılsın" dedi esmer olan. "Hala o kaltaktan nefret ediyorum! Ve burnundan. Ama daha iyiyim" dedi. Keyfimiz tekrar yerine gelmiş gibiydi.

To Be Continued...

Murat IŞIK
  






15 Haziran 2012 Cuma

Bedava

"Karalıyor. Karalıyor. Karalıyorlar. İçlerinden bir bok bulup doyuramıyorum ruhumu. Her gün bir başka kapağın altından fırlıyor karbon kopya dizeleri. Ölmüş, ölmüşte gözlerine para konulmuş satırlar. Eski dönem insanlarının yaptığı gibi hepsini doldurup bir kayığa; hafifçe itip, yeterince uzaklaşmadan da, bir alevli okla vurup kül edesim var. Onurlu bir ölümü hak ettiklerinden şüpheli olsamda." diye not alıyordum kitabın birinin arka kapağına. Tam da bu anda; telefonum çaldı. Şu aylık çıkan edebiyat dergilerinden birinden aradılar. Bir anket için vaktim olup olmadığından girip, eğer katılırsam derginin 6 sayısını ücretsiz olarak yollayacaklarından bahsetti bir kadın sesi, yarı ezber, yarı kopyacı bir vurgu özürlülüğü ile. İlgilenmediğimi söyledim. Nedenini sordu? Artık Porno dergileri okumayı tercih ettiğimi söyledim. Güldü kadın. Rahatsız ettiği için özür diledi. Bende iyi günler dileyip kapattım.

Murat IŞIK

13 Haziran 2012 Çarşamba

Sebep

"Eski bir alışkanlık vazgeçememek" dedi kadın.

"Seninle bir alakası bile yok üstelik.
Bir şeye ihtiyacım vardı bir zamanlar;
Uğrunda yaşamayı göze alacağım bir şeyler.
Bende;
Var olanlardan vazgeçmemeyi seçtim.
Şans bu ya;
Sen de oradaydın.
Daha bir çok şeyin yanında!
Mesela o kırmızı koltuk.
Siyah çanta.
Yırtık yağmurluğum.

Sana da;
O eşyalara da;
Vazgeçememeye alışmak için takıldım.
İşte bütün aşk hikayemiz bundan ibaret."

Ona inanasım tuttu.
Gitmeye tutkun olmasam;
Yanında bile kalabilirdim...


Murat IŞIK

12 Haziran 2012 Salı

Kovalamaca




Ellerimi iki yanıma salmış duruyordum Beşiktaş iskelesinde.
İnsanlar koşuşturuyordu.
Seyyar satıcılarla, martılar;
Çığırtı da birbirleriyle yarışıyordu.
Gölgemin üzerine basıyordu sivri topuklarıyla kadınlar.
Benim canım yanıyordu...

Durmadan o ezgiyi duyuyordum her yerde.
Ben seni takip ediyordum,
O da beni.
Gittiğin her yere düşüyorduk beraberce.
Sen az evvel çıkmış oluyordun.

Seni bir adımla kaçırdım Beşiktaş iskelesinde.
Belki bu kadar sevmiş olmasaydım peşinden koşmayı;
Atlar yakalardım.
Yapmadım.

Böyle durdum iki yana salmış ellerimi.
Beyaz köpüklere daldım peşin sıra.
Gelip bana yetişti o ezgi yine.
Ritminin hilekarlığından uzak kalmaya çalışarak;
Ve
Senden de,
Ondan da başka bir güzellik hayal ederek,
Sallandım durdum...

Murat IŞIK





11 Haziran 2012 Pazartesi

Esinlenme 1. Bölüm

Tek sorunumuz bu aslında biliyor musun Diego!
Büyük adam olmak bize göre bir iş değil...
Bu yüzden çapımızı bilmeyi öğrenmek zorundaydık...
Büyük adam olamayacağız belki ama haddini bilen insanlar olacağız ilerde...
Bence büyük adam olmaktan daha güzel...
Hatta fazla güzel...
Gökyüzü bize yeter...



Yazan: Polinka Poli


Fazla mütevazisin Pedro.
Dolabında bu sebeple kullanmadığın bir sürü takım elbisen var.
Bankada sakladığın paralara ne demeli?
Tanrım!
Mütevazilikten nutuk atacağına bunca yıllık dostuna bir içki ısmarla seni zengin piç kurusu...
Ve gökyüzü espirisinden de vazgeç!
Aldığın o salak uçağı kullanmayı hiçbir zaman öğrenemeyeceksin.

Murat IŞIK 

(Juan David' e)

8 Haziran 2012 Cuma

Limon



Saçma sapan zamanlardı. Rakının içine limon suyu katılıyordu. Yanında şalgam içiliyordu. Pablo Neruda şirleri okunuyordu! Ne kadar Türkçeleştirilebildikleri hakkında konuşmalar yapılıyordu. Bir anonim tını çalıyordu arkadan. Sonra birinin canı istedi diye klasik bir müzik başlıyordu. Elinde Ümit Yaşar Oğuzcanın sağlam dizeleriyle bir kadın beliriyordu kapıda. Hemen arkasından Koş Lola Koş filmiyle hipi kılıklı bir kızcağız. Onun yanında; bir elinde Urfalı Hacı Dayı çiğ köftesiyle kumaş pantolonlu bir çocuk.
Notalara yanlış basıldığından dem vuruyordu bir top sakallı adam. Hiç bir şey eskisi kadar özümsenerek yaşanmıyor diyordu bir orta yaşlı kadın. "Evet" diye destek verirken ona bir dostum; cigaralık sarıyordu. Bir başka kadın camın kenarında yağmuru izleyip ağlıyordu. Eliyle bir şey yazıyordu sonra. Sonra; nefesini verip onu görünür yapıyor ardından yok oluşunu izliyordu. Daha bir hızlanıyordu hıçkırıkları.
Dedim ya saçma sapan zamanlardı. Rakının içine limon katılıyordu. Anlayın işte...

Murat IŞIK

Sınır

Bir arabanın içinde ayılıyorum. Önden kahkahalar geliyor. Garip boğuk bir motor sesi uğulduyor kulaklarımda. Sesin şiddeti arttıkça kahkahalarda artıyor. Kalkıp bakıyorum. Yüzler tanıdık. Motorun devri üst sınırlarına yakın. Işıklar, yağlı boya fırçası değmişcesine kayarak geçiyor manzaramdan. Bir kamyonu ilerde göremeden daha; yanındayız. Sol cama dönüyorum. Şasenin altından geçiyor ön kaput. Ben kafamı hem sola hem aşağıya eğiyorum gözlerimi olay mahallinden ayırmadan. Önden bir çığlık kopuyor. "Nasıl geçtin lan oradan."

Birazdan çarpıp dururuz diyorum içimden. Neden arabayı bu müptezel kullanıyor. Neden bir araba kullanılıyor daha en başından! Her şey bir hata. Hiçbiri bu adamlar için değil. Ben olsaydım!
Çığlığı patlatıyorum. "Hadiiiiiiiiiiii. Şimdi ellerini bırakmalısın."
Bir anlık şaşkınlık. Ani bir fren yapılıyor. Duruyoruz. Anlamıyorum. Çok anlamsız bu yaşananlar. Neden duruyoruz. Hani çarpacaktık. Hani cam kırıkları? Hani serbest uçuşlar?
Arabadan iniyor öndekiler. Benim kapımı açıp, beni de indiriyorlar. Sarılıyorlar bana. Sonra kahkahalar. "Sen kalkana kadar dı!" diyor bir tanesi. "Sen kalkana kadar ölmek yoktu aklımızda. Sadece eğleniyorduk."
Bir taksi çevirip bindiriyorlar beni. Onlarda yanıma geliyor. Hala gülüyorlar. Bakıyorum ardıma. Tüm kapıları açık arabanın. Dörtlüler yanıyor. Öylece terkediyoruz hayallerimi.
Deli deliyi görünce çomağını saklıyormuş. O zaman anlıyorum.

Murat IŞIK

7 Haziran 2012 Perşembe

İki Şehir



Sen durmadan anlatıyordun,
Ne dediğinden bi haber, dalıyordum yüzüne;
Gözlerine...
Ne kadar heyecanlı,
Ne kadar çocuksuydun.

Gülüyordun.
"Gülmek bir insana bu kadar mı yakışır?" diye geçiriyordum içimden.
Senin haberin yoktu..

Fırtınalar kopuyordu beynimde.
Hortumlar oluşuyordu sözcüklerden.
Hortumlar;
Mantığın şehrini yerle bir ediyordu.
Ben,
Mecbur göç ediyordum.

Dönüp bakıyordum şehrin yıkılan surlarına.
Bin bir emekle üst üste dizilmiş o kesme taştan duvarlara yazılmış ne varsa;
Kum oluyordu.
Rüzgarlarca süpürülüyordu.
Genele karışıp kayboluyordu.
Sanki bir yanım siliniyordu!
Korkuyordum...

Kendimi savunmasız ve ıssız hissediyordum.
Yersiz,
Yurtsuz.
Yolunu şaşırmış bir bedevi misali, Gobi çölünde.

Geceyi bekliyordum,
Yıldızlar çıksın da;
Yolumu aydınlatsın diye.

O zamana kadar hedefsiz yürürüm sanıyordum
Oysa yolum çoktan çizilmişti.
Görmüyordum...

Farkında bile değilken;
Aşağılarda,
Kalbimde;
Yeni bir şehir kuruluyordu.

Ben;
Rastlantısal sanıyordum yolculuğumu.
Ama tüm yollar oraya gidiyormuş.
Bilmiyordum.

Ancak vardığımda anladım.
Tam şehrin girişine bir tabela asılmıştı,

Nüfusu "iki" yazıyordu.

Murat IŞIK





6 Haziran 2012 Çarşamba

Doğaçlama Bir Ruh Değişimi












yani olmuyor



başka bir yerdeyim şimdi
hava sıcak
güneşte var
ama bir yaz yağmuru yağıyor
ayaklarım çıplak
kumlara basıyorum
nazik bir meltem esiyor denizden karaya
saçımın sol yanı yüzüme geliyor
elimle geriye atıyorum
ama inatçı
hem saçım
hem rüzgar
yeniden bir oyun oynuyorlar
bu sefer yaşlarıma takılıyor bir tutamı
elimde bir taş var
nereden bulmuşsam
açık gri
hafif yassı
üzerinde bir koyu gri damar
tespih çeker gibi
sürüyorum baş parmağımı üstüne
dökülüyor evvelce yapışmış kumlar
kafamı kaldırıp bakıyorum
sahilde bir tekne
gitme vakti mi ne
ama daha kalasım var
hayır diyor
açık mavi ketenden bir gömleğim var
onu çekiştiriyor küçüklüğüm
gözleri bu halimden daha mavi
git dercesine
işaret parmağıyla denizi gösteriyor
yürüyorum
denizin içine doğru
sular boyumu geçiyor
ben hala yürüyorum
koyu mavisinde denizin
bir kez bakıyorum yukarıya
güneş ışıkları yüzeyde dans ediyorlar
bir kaç kadın el sallıyor
hepsi o kadar
başımı eğip gidiyorum
Murat Işık

Köfte

- Alo
- Alo 
- Murat ben
- Buyur abi.
- Köfte var mı?
- Var abi.
- At ocağa, gelirim birazdan.
- Ekmek arası mı abi.
- Yok ya sade köfte.
- Sade köfte yenir mi abi?
- Yenmez mi?
- Yok Abi.
- Ne var yanına.
- Birşey yok abi. Pilav da kalmadı. Salata da.
- Yeme diyorsun yani.
- Yani abi. Sade köfte yenir mi?
- İyi kapa.
2 dakika sonrası
- Alo.
- Alo abi ben köfteci.
- Hah söyle.
- Abi tavuk atıım sana.
- Tavuk?
- Evet abi.
- Sade tavuk mu? (gülerek)
- Olur mu abi! Yanında köfte var! (Son derece ciddi!)


Murat IŞIK

4 Haziran 2012 Pazartesi

Durmak

Koştum.
Durmadan koştum.
Yağmur yağıyordu.
Ağlıyordum.
Acizdi damlalarım tanrınınkilerin yanında;
Ağladığım belli olmuyordu.

Belimde bir silah vardı.
Biraz sonra çekecektim.
Bir cinayet işleyecektim.
Görgü tanığı olmayacaktı.

Gene de yakalanacaktım.
Ellerime kelepçe vurulmayacaktı.
Bana acıyacaklardı...

"Faili meçhul değilim. Beni; ben vurdum!" yazan bir not çıkacaktı üzerimden.
Her şeyi okuyacaklardı.
İntihar etmiş sayılmayacaktım.
Cenazemi kılacaklardı.
Ölümümden beni değil;
Seni sorumlu tutacaklardı.

O yüzden durdum sahilin kenarında.
Belimde bir silah vardı.
Çektim.
Ellerim üşüyordu.
İçim sıcaktı.
Seni düşünüyordum...

Kendini yerlere atacaktın.
Defalarca haykıracaktın adımı.
Belki sonra aklını kaçıracaktın.

O yüzden durdum sahilin kenarında.
Elimdeydi artık silah.
Her şey hazırdı.
Ben hazırdım.
Sen değildin...

İşte ben,
Kendime değil sana kıyamadım!
Attım silahı soğuk sulara...
Oysa;
Ölmeyi seviyordum.
Ama bir yanım,
Seni;
Ölmekten çok daha fazla seviyordu.

Murat IŞIK





1 Haziran 2012 Cuma

His

Garip bir his hissizleşmek.
Ayağın uyuşması gibi midir beynin uyuşması da?
Ve acaba;
Üstüne bassak geçer mi?

Murat IŞIK