26 Şubat 2012 Pazar

İsterken Bir Düşünmeli

Aklımdan kovulmasına iki sapak daha varken atladı. Hay lanet şeytan! Ayılmanın zamanı mıydı şimdi? Yağmur da yağıyor üstelik...
Soğuktan ölmemek için bir saçağın altına geçtim. Zaten ıslanmış olduğumdan pek bir işe yaramadı. Tanrıya ne yapmışsam; soğuk üflüyor inadına. Kafamı yukarı kaldırıp baktım. "Sen bilirsin" dedim. Biraz acındırmak ister gibiydim kendimi, ne yalan söyleyeyim. İlerde bir evin kapısı açıldı tam o anda. Işık sokağı aydınlattı. Ayaklarımın dibine kadar gelip durdu. Hemen koştum. Bu fırsatı kaçıracak değildim. Kapının önüne geldim. İçeride bir küçük kız çocuğu, şömineye ateş atıyordu. "Merhaba" diye seslendim. Kız dönüp bana baktı. Hayatımda bu kadar çirkin bir şey daha görmemiştim. Koşarak gitti. Sanırım o da beni beğenmemişti. Hem çirkin hem zevksiz diye geçirdim içimden. Kafamı uzattım içeri. Sol yanda, tamamı dökme malzemeden; "binsekizyüz" lü yıllardan kalma gibi duran ocağın, üzerinde tüten çorbanın kokusunu duydum. Oldum olası çorba sevmem. Bu sebeple başka ne vardır acaba diye bakındım. Ölümüne açken bile seçici olmak lazım. Boktan bir lezzetle yaşamaktansa leziz bir ölümü yeğleyenlerim ben...
Bir kadın çıkageldi kızın koştuğu yönden. O çirkin şeyin elinden tutmuştu. Bir insan öyle bir şeye nasıl dokunabilir aklım almadı. Kadının suratını göremedim. Bir tür örtü vardı sanırım. Yanındaki veledin annesiyse eğer hakkı var. Derken biraz daha yakına geldi. Şöminenin hizasına. Yanılmışım. Önüne düşen saçlarıymış, yüzünü görmemi engelleyen. Eğmiş kafasını kızla bir şeyler konuşuyordu. Sonra bana baktı.
Aniden ayılmak. Yağmurda ıslanmak. Rüzgarla buz kesmişken önümde ışıklı bir yol belirmesi. Bunların hepsi kaldırılabilir kehanetlerdi. Ama Allahım bu yüz. Meleğini hak edecek ne yapmış olabilirim?
"Buyurun" dedi kadın. Hemen çocuğa baktım. O varken giresim gelmedi. Kadın anlamış gibi eğilip kıza bir şey söyledi. Kız içeri gitti. Tanrı gene benden yanaydı. "Özür dilerim bayan" dedim. "Hangi şehirdeyim?" Asıl öğrenmek istediğim hala yaşayıp yaşamadığımdı tabii. Yoksa şehrin ne önemi var. Zaten kalıcı değildim hiçbirinde! Gene de, Cihangirin arka sokaklarından birinde, bir travesti tarafından tecavüze uğramış ve çıplak halde ölümü beklerken; halüsinasyon görüyor olma ihtimalimden iyi olacaktı her cevabı. "Afyon' dasınız" dedi. Afyon mu?
Dün ne içtiysem bana ondan ver Tanrım!
Küçük kız geri geldi. O an tanrının bu duamı da kabul ettiğini anladım. Nedense bunu son zamanlarda alışkanlık haline getirmişti. Ben de istemeyi bilmediğimi fark ettim. Bütün kabahat onda sayılmazdı yani... Düşünmeden konuşuyordum.
Gitmekten başka yol yoktu. "İstanbul ne tarafta" diye sordum. Eliyle sol çaprazda bir noktayı gösterdi. "Teşekkür ederim" dedim ve dönüp, oraya doğru koşmaya başladım. Aradığım şey, yolun başladığı yerde olmalıydı...

Murat IŞIK    

2 yorum:

  1. hem de birkaç kez,ayak bileğini kırma hikayesi,hiç çıkmıyor aklımdan

    YanıtlaSil
  2. nedense bu hikaye hoşuma gitti içinde melek geçtiği için olmalı :))

    YanıtlaSil