13 Mart 2013 Çarşamba

Ben 4. Bölüm


Annemin okuldaki etkisi sert olmuştu. Öğretmenler benden korkuyorlardı. Aslında annemden. Çocuklar bunu bilmiyorlardı tabii. Onlara göre ben; öğretmenlerin, ders saatlerinde bile oyun oynamasına izin verdiği, şanslı bir piçtim. 

İşin aslı; ders saatlerinde sınıfa girmem yasaklanmıştı.

Yalnız başıma oynayıp durdum bir süre. Kendi kendimi eğlendirmeyi o arada öğrendim sanırım. Bir de kitaplar okuyup hayal kurmayı. Bulduğum her şeyi okumaya başladım. Sınıftaki çocuklardan çok daha hızlı adapte olmuştum bu okuma işine. Zevkliydi kitaplar. Akşamları izlememe sadece 15 dakika izin verilen televizyondan bile zevkli...


Yeşille ayrı düşmüştük. Bir tek o sıkıyordu canımı. Oyun odası ile sınıfı bir cam ayırıyordu birbirinden. Ben de camların ardından izliyordum onu. Nefesim cama buğu yapıyordu. Buğulu hali bile ne hoştu...

Sayıları öğretirken öğretmen; ben, oyun odasının camından izledim. Sevmiştim sayıları. Uzayıp duran bir sakız gibi yan yana diziliyorlardı. Bir yandan sayıları bir yandan yeşili izliyordum. Bazen gözlerimi şaşı yapıyor ve birden fazla görüyordum toprak kadınımı. Sayılar gibi oluyor du, toplanabiliyordu.

Ders olmadığı tüm zamanlarda, yanıma gelirdi. Konuşmazdı. Bazen elimi tutardı. Bazen, oynadığı bir oyuncağı uzatır kenara koymamı isterdi. Çabuk sıkılıyor gibiydi her şeyden. 

Çevresindeki her şeyi dikkatlice incelerdi. Bazen kulağıma eğilir ve kısık sesle "gördün mü!" derdi. Neden bahsettiğini anlamazdım çok kez. "Hayır" derdim her seferinde. Neyi gördüğünden emin değildim çünkü. Çok şeyden bahsediyor olabilirdi. Ona yalan söyleyemezdim...

Fena havalı buluyordum onu. Özellikle bir şeyle okurken başını dizime koymasınından hoşlanıyordum. Bazen saçını seviyordum. Kimi zaman izin veriyordu; bazen de "kitabını oku!" diye tersliyordu beni. Her hali hoştu. 

Okulun son haftasında hiç ders yapılmadı. Sadece resimler çizildi ve oyunlar oynandı. Çizmekten nefret ederim ben. Şimdi bile, üç boyutlu yazı yaz deseniz yazarım, ama çöp adam çiz deseniz dururum öyle. Çizmedim. Onun çizmesini izledim. Çok güzel elleri vardı. Beni de çizdi bir keresinde. Sadece mavi kalemle. Sebebini söylemedi. O zaman sormak aklıma gelmemişti benimde.

Okulun son günü annesi geldi. Benimki daha yoktu ortada. Kapıdan çıktı. Hiç arkasına bakmadan gitti. Sanki yarın gelecekmişiz gibi. Ben ona el salladım. Gördüğünü sanmam. Bir daha karşılaşmadık...

Yaz tatilinde; onu unutmam için bir çok fırsatım oldu. Ben yaz çocuğuyum. Mevsim benimdir. Hemen unuttum.

Kumsal, deniz, ahhh o güzelim su...

İçinde olmak yetmiyordu bana. Balık olmalıydım. Birkaç kez denediğimde fena su yuttum. Arkasından dünyanın lafını yedim ananemden. Bende "İnsan" kalmaya karar verdim!

O yaz, iki kadınla yakınlaşmam olmuştur kumdan kaleler yaparken. Ama yazın olayı "dansa davet" oyununda hiç reddedilmemiş olmaktır. Tam bir zaferdir bu!

Erkekler ve kızlar dizilirler karşı karşıya. Erkeler (nedense?) kızları dansa davet ederler. O dönemde aşka davettir bir nevi... Biz kız seninle dans etti mi mimlenir. Senin olur. Kimse ilişmez ona. Bu sebeple önemlidir.

Oyun basittir. En güzel kızı kestirirsin gözüne. Bu görecelidir tabii. Sonra sıranı beklersin. Fakat sonlardaysan işin zordur. Kızdan bakışlarını bir an bile ayırmaman gerekir. Konsantrasyonunu kaybeder de, mazallah başka biriyle dans ederse yandın! 

Ben gözlerimi kocaman açar birde çapkın bakış oturturdum yüzüme. Bayılırlardı. Bir keresinde en son sıradayken, en güzel kızı almak şerefi bana düştü. Hoş topu tüfeği dört erkektik ama iddalı tiplerdi. Birazda hile yaptım itiraf edeyim. Oyunun oynanacağını duyduğumda; kızın yanına gidip; onunla dondurmamı paylaştım kimseye çaktırmadan...

Benim diğer arkadaşlarımın aksine şansım, Datça' ya dedemlerle gitmekti. Yazın başından sonuna oradaydım. Bir nevi yerlisi sayılırdım. Haliyle, sürekli kalmayanlara göre; haksız bir rekabetin avantajlı tarafıydım. Bir kere; hepsinden daha güzel yanardım. Hangi saatte, hangi noktadan denize girmenin daha güzel olduğunu da hepsinden iyi bilirdim. Bir de bisikletim vardı tabii...

Zamanımızın arabasından farksızdı o bisiklet.  Öyle "cool" BMX çocuklarından değildim ama...

Kız bisikletiydi benimkisi. Önü sepetli, arkasında ikinci kişi otursun diye bir sele olanlardan.
Dedem almıştı öylesine.

Bu kadar avantajlı olacağını bilmeden, üzülmüştüm ilk gördüğümde. Herkes dalga geçecekti benimle. BMX leriyle oradan oraya zıplayan havalı çocuklar, çevremi saracak, bir yandan kızılderililer gibi dönerken bir yandan da laf atacaklardı bana. Yaptılar da!

Ama o günün akşamında lehime döndü her şey...

F mahallesindeki kızlar eve gitmeliydiler. Yürümek için uzun ve yorucu bir yoldu. Bilin bakalım kim götürdü onları evlerine?

Çatladı tüm yöre BMX çileri. Aslan dedem anlıyordu bu işlerden... Sonrasında bisikletini alabilir miyim ile başlayan sağlam dostluklarım oldu BMX çilerle.

Yerli olmanın bir diğer avantajı da; kızların ve erkeklerin sürekli değişmesiydi. Birden fazla kadınla "dansa davet".

Evet! Yaptım!
Küçüklükten başladım aldatmaya!

Bir kızı yolcu edersin. Mimlisindir. Sonra popülasyon değişir bir anda. Hooop özgür olursun.

Yaşasın emeklilik, yaşasın dedemle ananem. Ve yaşasın diğerlerinin çalışan aileleri...
Kedi gibiydim işte. Hep dört ayak üstüne düşüyordum.

Yaz mevsimi güzeldir. Çabuk biter ama... Bitiverdi. Bizde; ilkokula yazılmak için döndük.

Murat IŞIK 

1 yorum:

  1. Kedi gibi hep dört ayak üstüne düşmek çok doğru bir tanım senin için, şansın daim olsun:)

    YanıtlaSil