10 Mart 2012 Cumartesi

Konuşmadan Anlaşabilmek

Evden ağlayarak çıktı. Şaşkın gözlerle bakan güvenlik görevlisinin önünden, çıplak ayakları ve savrulan beyaz geceliği ile koşarak geçerken, bilinçsizdi. Dört yol ağzına kadar koştu. Bir araba geçiyordu solundan. Elini kaldırdı. Araba durdu. Kapıyı açıp bindi. Başını ellerinin arasına alıp dirseklerini torpidoya dayadı. Ağlamaya başladı. "Götür beni buradan lütfen" dedi. "Her nereye gidiyorsan" Büyük yokuştan sahile döndü araba. Ses çıkarmamaya çalışarak ağlamak iyice sıktı canını. Hıçkırıklarını tutmaktan sıkıldı. "Müzik var mı?" diye sordu. Kafasını kaldırıp yabancının suratına bile bakmadan. Yabancı bir düğmeye bastı. Keskin bir rock ezgisi doldu içeri. Yabancı sesi sonuna kadar açtı. Saldı hıçkırıklarını kadın. Sonra torpidodan kaldırıp kafasını cama dayadı. Dışarı baktı. Evlerin ışıklarını gördükçe daha bir doldu gözleri, daha bir arttı hıçkırıkları. Sahile kadar bu şekilde indiler. Birbirlerinin yüzünü hiç görmeden ve konuşmadan...
Yabancı bir noktada durdu. Kadın ilk kez yabancıya baktı; gözlerinin önüne düşmüş saç tellerinin arasından. Yanında, gözleri kan çanağına dönmüş, yakışıklı bir adam vardı...

Adam kadının kendisine baktığını hissetmiş gibi; kadına bakmaksızın, konuştu.
- Kaç numara?
- Anlamadım.
- Ayakkabı diyorum. Kaç numara giyiyorsun?
- 36 ama....

Kapıdan çıkmıştı bile. Kadın arkasından baktı. Elleri ceplerindeydi adamın. Uzun boyluydu. Omuzlarını ve başını yere doğru bükmüş yürüyordu. Düşünceli gibiydi. Sahi o neden ağlamıştı?
Yolun karşısına geçerken sağına soluna hiç bakmadı bile adam. "Allahtan araba geçmiyor" diye düşündü kadın.
Adam karşıdaki bir mağazaya girdi. El kol hareketleri ile karışık bir şeyler söyledi. Tezgahtar koşarak gitti. Bir sigara yaktı içeride. Sanki yasak değilmişcesine derin nefesler çekti. Sonra izmaritini, dükkanın seramik zeminine atıp, üstüne bastı ve söndürdü. Tezgahtar elinde bir torbayla geldi. Adam torbayı alıp cebinden bir miktar para çıkarttı. Kasanın yanına bıraktı. Çıktı dükkandan. Hemen yandaki markete girdi. Bir şeyler söyledi ve elleriyle bir yeri gösterdi. Gençten bir çocuk dolaptan iki büyük şişe alıp onları açtı. Sonra mantarlarını yeniden takıp torbaya koydu. Gene bir miktar para verip çıktı adam dükkandan. Yolun karşısına geçerken gene sağına soluna bakmadı. Bu sefer bir araba acı bir fren yaptı. Kadın çığlık attı. Araba adama çarpmadan durmayı başardı. Adam oralı bile olmadı. Sanki farkında değildi atlattığı tehlikenin. Zar zor duran arabayı kullanan kadının yüzü, bembeyaz olmuştu. Bir eli göğsünün üzerindeydi. Galiba kalbini tutuyordu. Bir yandan da şaşkın bir ifade ile adamın geçip gidişini izliyordu. Aniden camı açtı. Bir ağız dolusu sövdü. Kornaya bastı. Sonra yeniden sövdü. Tükürükler saçarak. Parasını ödemeyen müşterisine saldıran şişman ve çirkin bir orospu gibi... Adam bir kere bile bakmadı arkasına. Sanki kördü. Sağırdı... Gözlerini yerden ayırmadan devam etti yoluna. Ellerinden birinde torbalar vardı. Diğeri ceplerindeydi. Uzun boyluydu. Omuzlarını ve başını yere doğru bükmüştü. Düşünceli gibiydi. Sahi o neden ağlamıştı?
Kapıyı açtı. İçeri girdi adam. Onunla beraber, soğuk bir rüzgar da girdi içeri. Kadın ürperdi.
- Şunları tut lütfen.
Adam torbaları kadının kucağına kadar uzatmıştı. Kadın adamın elindeki torbaları aldı. İçlerine bakmadı.
- Giy hadi. Böyle yarı çıplak olmaz.
Utandı kadın yarı çıplak lafından. Bir eliyle geceliğinin eteğini çekiştirdi. Diğeriyle torbaları tutuyordu.
- Ondan bahsetmiyorum. Ayakların. Donacaksın...
Kadın ayaklarına baktı. Ayak parmaklarını oynatıp gülümsedi hallerine. Torbaları açtı sonra. İlk baktığı torbada iki şişe şarap vardı. Onları arka koltuğa koymak için uzandı. Adam elini uzatıp torbayı tuttu.
- Gerek yok bana ver.
Kadın torbayı verdi. Diğer torbada bir çift siyah bot vardı. Bir çift çorap ve en altta da bir deri mont. Hepsini giydi.
- Teşekkür ederim.
Adam cevap vermedi. Sadece başını eğdi hafifçe ve kadına bakmaksızın sahili izlemeye devam ederken, şişelerden birini çıkarıp, uzattı. Kadın aldı. Mantarını çıkartıp kafaya dikti. Daha sonra markasına bakmak geldi aklına. Çok sonra da şerefe demek.
"Şerefe" dedi. Adam da ilk yudumunu dikiyordu o sırada. Oralı olmadı. Kadın onun şişeyi dikişini izlerken ellerine takıldı gözleri. Ne güzeldiler. Bir de gözlerinden akan bir damla yaşa. "Kocaman" yudumu bittiğinde,o damla dudaklarına ulaşmış orada ölmüştü. Onun öldüğü yerden bir kırmızılık aktı çenesine doğru kavis çizerek. Montunun koluyla sildi adam. Sonra kadına dönüp; "Atış serbest bu gece" dedi. "Kimseye içmek zorunda değiliz." "Kimse ye kibarlık yapmak zorunda da tabii"
- O halde gidelim buradan. Kibarlık yapmak zorunda kalmayacağımız kadar uzak bir yere.
Adam bir sigara yaktı. İki fırt çekti içine dışarı üflemedi. Sonra yavaş yavaş döktü burun deliklerinden.
- Peki.
Sahilden devam edip Tarabya' ya doğru yol aldılar.

Murat IŞIK

3 yorum:

  1. Seviyorum bu hikayeleri.. Bunda, ayrı bir şeyler var, çözemedim...

    YanıtlaSil
  2. Güzel bir öykü,konuşarak anlaşamayanlar varken

    YanıtlaSil
  3. Sevdim... Çok ayarında bir o kadar tadında... Yeterli dozda adrenalin yükledin bize. Teşekkürler=)

    YanıtlaSil