9 Mart 2013 Cumartesi

Ben 1. Bölüm



6 yaşındayım. Datça' dan dönüyoruz. Yol boyu söyleniyorum. Ağlıyorum falan. Nafile. Sevmiyorum Datça' dan dönmeyi. Kış geliyor ülkeye. Şehre kış geliyor döndüğümüzde. Herkes bizden bilecek diye iyice sıkılıyorum! Kıştan nefret ediyorum. Lahana gibi giyinmekten. En çok ta denize girememekten. Siktiğimin mevsimi yok olsun istiyorum. Büyüyünce; hep yaz olan bir yerde yaşamaya karar veriyorum...

Verdiğim kararları uygulayacak yaşta değilim hala.

Kimse sallamıyor gözyaşlarımı. Dönüyoruz.

Annemde bir heyecan var. Hissediyorum gelir gelmez eve. Sabah her zamanki gibi dikiliyorum erkenden. Annem çoktan uyanmış. Kahvaltı hazır. Pek alışık değilim insanların benden önce kalkmalarına. Yumurta var kahvaltıda. Kokusunu koridorda alıyorum. Öğürüyorum. Nefret ediyorum yumurtadan! Ve geriye kalan tüm yemeklerden. Yemek yemek bir zulüm gibi geliyor bana. Zorla yediriyorlar tabii. Ağzıma tıkılıyor kaşıklar. Ellerinde güç var nede olsa. Ufacığım.


Büyümek istiyorum. Büyümek ve yumurtanın pişmediği sıcak bir iklime göçmek!
Zar zorda olsa yiyorum.

Annemle evden çıkıyoruz sonrasında. Mutluyum. Yemek faslından uzaklaştıkça her şey güzelleşiyor. Neler yapacağız o gün diye düşünüp duruyorum? Bebeğe gidiyoruz. Yürüyerek hemde! Oh parkta biraz koşturmak fena olmaz diye düşünürken parkı geçiyoruz. Yemeği sevmem ama çikolataya bayılırım. Divan' a mı gidiyoruz acaba? Şöyle deniz kenarında oturup, maviliğine, tatlanmış ellerimle bir kahverengilik mi çalacağım? Hayır. Orayı da geçiyoruz. Nereye gidiyoruz be kadın?


Sülalemizin yarısı Arnavutköy Bebek hattında oturuyor. Her halde onlardan birine gidiyoruz diyorum içimden. Ama hangisine? Sonra düşünmekten vazgeçiyorum. Her evde bir kuzenim var ben yaşlarda. Eğlenirim nasıl olsa!

İlk kuzenin evini geçiyoruz. İyi de oluyor! Onların yokuşu fazlaca dik.

Minik dondurmacı bu saatte kapalıdır diyorum. "Keşke açık olsaydı" diye geçiremeden içimden, onun da önünden geçiyoruz. O kadar küçük yani dükkan.


Her halde büyük teyzemlere gidiyoruz diye düşünüyorum. Teyzem dediysem hepsi annanemin kardeşleri...


Bir laz eğlencesi, teyzemler. Onlara gidiyorsak, mutlaka herkes oradadır. Tüm kuzenler ve tabii tüm kadınlarım. Hepsi bir ağızdan konuşurlar ama hepsi; konuşulan her şeyi anlar.


Biz çocuklar ilgilenmeyiz. Orada durmayız da pek. Maazallah birimizi yakalasalar mıncık mıncık sevip sıkıştırırlar. Orta malı oluruz! Kızarmış yanaklarla kuzenlerin yanına döndük mü de; tam bir maskaralığa döner sonumuz.

"Yakalandın mı lan cadılara." Sonra gülüşmeler, kahkahalar. Abartıp kendini yere atmalar falan.


Bu sebeple mutfağa gitmek, bir ninja çevikliği ister. Bir gözcü, bir "problem" ve birde ajan gerekir.

Ajan hızlı, çevik ve kaygan olmalıdır! Evet kaygan... Yerler mermerdir çünkü. Doğru hızda yeteri kadar kaymayı ve tabi ki durmayı bilmelidir bu ajan. Hızı tutturamazsan bir bakmışsın salondaki kadınlarının tam ortasında parkede açık bir hedefsin. "Vay haylaz" diye kaptılar mı bittiğin andır.

Ajanlık en önemlisidir. Bu iş için dizayn edilmiş özel bir eşofman altımız bile vardır. Eller tek fren mekanizmasıdır. Bu sebeple yıkanmalıdır. Yere koyduğunda ciyaklamalı ama bu ses aşırıya kaçmamalıdır.


Gözcü; koridorun başından mutfağı izler. Problem için ise yaygaracı bir kuzen; annesine tuvaletinin geldiğini haykırır. Bu iyidir. İçlerinden birinin içeri gelmesi  diğerlerini rahatlatır ve bizim için endişelenmeksizin sohbete devam ederler. Nasılsa yanımızda bir gardiyan vardır.


Gardiyan tuvalete girer girmez koşmaya başlar ajan. Sonra kıç üstü atlar yere. Kayar. Frenleri kullanır. Ve tam kapıda durur. Bir taklayla dalar mutfak masasının altına. Hiç çıkmadan dolaba kadar yaklaşır. Ortalık sakinse açar dolabı ve ne varsa aşırır.


Kimi zaman bir kola. Çoğu zaman çikolatadır bu.


Bunları düşünürken teyzemlerin sokağına girioruz ama apartman kapısını geçiyoruz. Genede mutluyum. Biraz ilerde bir başka teyzem vardır. Ama bu annemin kardeşi sayılır. Aslında ikinci kuşak kuzenlerdir ama kardeş gibi hep bir arada büyümüşlerdir. Bizlerde; yani ben ve teyzemin iki çocuğu aynı annelerimiz gibi; kuzenden çok kardeş gibiyizdir. 


Onları daha sonra anlatacağım çünkü sağdan ikinci sokağa dalıyoruz. İlginçtir o sokakta tekbir tanıdığımız bile yoktur. Acaba tanışmaya mı geldik diye düşünüyorum...


Sokağın sonunda, sağda; alçak tek katlı rengarenk boyanmış, böyle bahçeli bir yapı var. Anaokulu yazıyormuş tabelalarda ama o zaman okumam yok tabii. Sonradan, okumayı sökünce anlıyorum.


Bana renkli, çiçekli böcekli, arabalı tabela sevimli görünüyor.

"Bak" diyor annem.
"Anaokulu. Okula başlayacaksın!"

"Hoppala. Dedem evde bekler anne zorlama beni. Ananem duyarsa var ya kesin keser seni. Hayatta razı olmaz benim dışarıda yemek falan yememe. Gel vazgeç. Sen de yanma beni de yakma."


Diyemiyorum tabi. Merak içindeyim de bir yandan ne vardır içeride diye.


Giriyoruz.

Murat IŞIK 


4 yorum:

  1. Özlemişim, ben seni zaten bu tür öykülerinle tanımış,sevmiştim:)

    YanıtlaSil
  2. Ben öğretmenimden korkup anne yalvarırm bu cadıya bırakma beni demiştim anaokulumda :D allam yarappim o saçlarla nasıl anaokulu öretmeni olur o kadın hala şaşırıyorum.Abartısız 5 kilo saçı vardır :)

    YanıtlaSil
  3. 1. bölüm dediğine göre sanırım devamı gelecek oleyyy :)) valla bende özlemişim bu yazılarını :)eğlenceli oluyor okuması :)bak hem içeriye hem dışarıya yazdım yorumu ne sadık okuyucuyum ama :D

    YanıtlaSil
  4. Güzel yazı... Devamı merakla beklenir.

    YanıtlaSil