30 Ekim 2012 Salı

Ayaklanmak





Sevimli değildim aslında ben;
Geldim ya yıllar sonra;
Sana öyle geldi heyecandan...

Şimdi gitmek için ayaklansam;
Ayaklarım bile batacak gözüne!

Murat IŞIK

28 Ekim 2012 Pazar

Öğüt

Senin sorunun düşünerek konuşmaya çalışmak Diego...
Üstelik, buna o kadar takıksın ki; hepsinde sıçıyorsun.
Siktir et yani...
Ya düşün, ya konuş!
İkisinde de bir bok olamayacağına;
Bari birinde uzman ol!

Murat IŞIK

27 Ekim 2012 Cumartesi

Ayten

Konuşmalıyım;
Anlatmalıyım seni;
Evvelce bilmediğim bir dilde,
Ve evvelce tanımadığım insanlara!
Beni anlamalarını varsayarak...

Yalanlara inandırmalıyım kendimi.
Mesela,
Ayten adında esmer bir deniz kızı ile seviştiğime,
Deli olmadığıma,
Ya da;
Seni özlediğime...
İçlerinden en az birinin doğru olmasını umut ederek.

Aytenin!

Murat IŞIK

26 Ekim 2012 Cuma

Yalandan Duvarlar Örmek

Kapana kısılmış hissediyordu kendini. İçindeki duyguların tümünü kalbinin bir bölgesinde toplayıp sıkıştırmıştı. Bunaltı vermişti bu ona ama gerekliydi. Biraz yere ihtiyaç vardı. Çok fazla insan müdahildi hayatına. Hayır demeyi beceremiyordu bir türlü. İnsanlar küçük balıklar gibi etinden parçalar koparıyorlardı sanki. Acısını hissediyor muydu emin değildi. Bir felçli gibiydi. Öylece yatıyordu.
Çok zaman olmuştu adam gideli. Kapıyı açık bırakmıştı giderken. Sonra başkaları da gelip gitmişlerdi açık aralıktan. Çok önemsememişti o zaman. Şimdiyse kirli hissediyordu kendini. Temizlenmek yorucuydu. Bu sebeple sarılmıştı yalanlara. Ardı ardına ve binlerce. Unutulmaya yüz tutmuştu gerçekler. O kadar akıllı da değildi. Pot kırıyordu sürekli. Altından kalkacak gücü yoktu. Bina çöksün istiyordu üstüne. Çöksün ve öylece uyusun bir süre...

Murat IŞIK

23 Ekim 2012 Salı

Yüksek İncelik

"Yüksek incelik..."

Bir İngiliz kızın çantasında yazıyordu bu. Gülümsedim. O da bana gülümsedi.

"Güzel söz" dedim.
"Kraliçeden esinlendim" dedi.
"Kraliçeye o halde" dedim ve kadehimi ona doğru kaldırdım sonra biramdan büyük bir yudum aldım.
"Kraliçeye!" dedi.
Yerinden kalkıp, yanıma oturdu. Bir süre konuştuk, çoğunlukla da içtik. Fena içmiyordu. Sonunda sarhoş oldu ama.
Çok yüksek bir inceliğe sahip miydi bilemiyorum şimdi.
Kadınlar...
Kafası güzel olunca hepsi biraz kabalaşıyor. Duruma göre çirkefleştikleri de oluyor. Bu pislik hallerini seviyorum ama. Daha gerçekler.

Birkaç biradan sonra küfürlü ve açık saçık konuşmaya başladı.
Sanırım fazla geliyordu ona tüm bu kurgulanmış nezaket. İyilik için bu kadar mesai harcamak yoruyordu.

"Siktir edesi geliyor insanın zaman zaman kuralları nizamları" dedi.
"İçmek yardımcı olur" dedim.

Bilirdim bu tip kadınları...

Gerçek alkolikler değillerdir. Günü birlikçiler derim onlara. Tüm günahlarını bir tek günahın üstüne yıkar ve sonra onun için af dilerler sadece. Kestirme bir yoldur.

Zarafet zırhından arındığında; önce eğlenceli bir kadın çıktı ortaya, sonra seksi bir kadın.
Sabah kadar içtik ve seviştik. Bir aralık fırsatını bulunca da sızdık.

Sabah uyandığımda, çoktan giyinmişti. Dünkü eğlenceli kadın ölmüştü günün aydınlığında. Yapma bir bebek gibi koltuğa oturmuş, beni izliyordu. Bir lekeymişim gibi baktı bana. Evinin ipek masa örtüsündeki aşağılık gri bir leke.

"Çok içmişiz" dedi.
"Evet" dedim.
"Pek birşey hatırlamıyorum"
"Alkolden. Normal bir etki yani. Hafızanı kaybetmiş değilsin" dedim ve gülümsedim.

Basit bulmuştu esprimi. Gülmedi.

"Gitmeliyim" dedi.
Aksanı değişmişti.
"Peki" dedim.
Kalkıp onu yolcu etmek gelmedi içimden.
"Bağışlanmayı dilemelisin" dedim arkasından.
Gülümsedi. Yapmacık ve sahte bir gülümsemeydi. Asildi ama!
Apartmanın kapısını nazikçe kapayıp tozoldu.

Bir kaç ay sonra bir kez daha karşılaştık.
Ben bara geldiğimde o çoktan sarhoş olmuştu. Belden aşağı bir şiiri bağıra çağıra okuyordu yanındakilere. Onlar da gülüyorlardı. Biri hariç. Kibar orospu çocuğunun elinde su vardı.
Beni görüp yanıma geldi. Dudaklarıma yapıştı.
Dili de sarhoştu. Ağzımın içinde ayakta kalmaya çalışan bir alkolik varmış gibi tiksindim. Henüz olmamıştım...
İşini bitirince barmene bağırdım. "Çabuk bana bir şişe viski! Acele et!"

Martini içiyordu. Saçmalık! 
Bardağına baktığımı görünce;
"En zarif içki martini değil mi" dedi bana.
Zariflik mi?
Birinin bu kadına zarifliğin bir yanılsama olduğunu anlatması gerekiyordu...

"Bilmiyorum yavrucum." dedim.
"Geçen sefer tümünü kustun ve sonra zeytinlerini sıçtın sağa sola. O kadar da zarif değil artık hiç bir şey."

Murat IŞIK

21 Ekim 2012 Pazar

Kalabalık


Sıcak bir öğlendi. Pervaneler kendini ancak soğutuyorlardı. Üzerimizdeki bisiklet yaka atletlerimiz, terden üç kilo ağırlığa ulaşmıştı. Ülkenin tek televizyon kanalında; büyük liderimiz, dünyanın değişiminden bahsediyordu. "Altı milyar insan olduk!" diyordu. "Altı milyar mı?" diye sordu Isabelle hayretle. Bir yandan da çekirdek çıtlıyordu. Şapşal bir görüntüsü vardı. Ondan tiksiniyordum. Ondan ve geriye kalan diğer herkesten.
"Hayır" dedim. "Her şeyi abarttığı gibi bunu da abartıyor işte." Ama kafama takıldı dostum! Hakikaten o kadar olduk mu? 

Dünyanın içine sıçıyoruz Diego! Sen, ben ve geriye kalan birkaç milyar insan daha!  

Sevgiler
Pedro.

Murat IŞIK

20 Ekim 2012 Cumartesi

Sembolik Şairi Anarken 13 (Fazlasını İstemek)




Bileklerinden süzüldü kılcal kırmızılıklar.
Bir kadeh alıp içtim,
İçimde gezindi hastalıkları.

Benimkilerle karşılaştılar,

Savaşacaklar sandım,
Aşık oldular.
O zaman anladım
Birbirimiz için yaratıldığımızı...

Bir süre beraberdik.
Beynimin ücra bir köşesine yerleşti kesişim hatıralar.
Gözlerimin birini ona ayırdım,
Deniz manzaralı...
O da;
Bakmaya başladı.
Çift kişilik bir mahzendi artık tekil bedenim...

Çok sürmedi gerçi.

Gönlüme taşınası tuttu bir sabah,
Seyahat izni yoktu daha.
Söyledim;
Diretti.
Toplanıp çıktı yola bir inat.

Kapısına geldiğinde kalbimin,
Yalvardım yapma diye.
Dinlemedi.
Adımını atar atmaz sol kapaçıktan,
Pis kanlarla karıştı.
Arındırıldı.

Bir daha da haber alamadım ondan...

Murat IŞIK

17 Ekim 2012 Çarşamba

Özlemle Cezalandırmak.



Sessizlikte büyüyor her şey.
Gece sis gibi çöküyor üstüme.
Kelimeler düşerken çekiliyorum.
Yüzümü sıyırıp geçiyor hasret dizeleri.
Yere çarpıp kırılıyor.
Ayaklarıma batıyorlar.
Öldürmüyor ama;

Yaralıyorlar işte.
İz bırakmaksızın gitmek için çok geç artık.
Kanımı koklayarak düşecek peşime köpekleriyle gardiyanlar.
Yorgunum,
Onlarsa güçlüler.
Mutlak yakalayıp,
Zindanlarına atacaklar.
Yeniliyorum,
Kader diyemeyecek kadar inançtan yoksunum,
Ve direnemeyecek kadar yaralı.
Sonunda adını söyleyecekler.
Duyacağım.
Bir özlemdir karşımda belirecek.
Tutacak kollarımdan,
Çevirip gözlerimin içine bakacak;
Seni seviyorum diyecek.

Sahte olduğunu bileceğim ama gene de inanacağım.
Acılarla yanacak bedenim.
Hücrelerime işleyecek.
Ölümü isteyeceğim o an;
Vermeyecekler.

Murat IŞIK 

15 Ekim 2012 Pazartesi

Hüzünlerin Ölümü

Bir iklim kararsızlığı var üzerimde.
Yüksek basıncın etkisinde gözlerim...
Soğuk; ve neredeyse yoğunlaşmış.

Yağmakla, yağmamak arasındaki bu tedirginliktir işte hüzün.
Beyninin içinde yerleşik bir deliliktir.
Ve ancak bir deli başa çıkabilir.
Sense o deli değilsindir!
Başka bir yol ararsın.

Sallanıp durur hüzün içinde.
Sessizdir!
Fırtına öncesi dedikleri türden.
Ne zaman çakacak bir şimşek gibi bilemezsin.

Bir gece aynada görürsün;
Hemen tanırsın.
Yüzün karadır,
Gözlerin kurşuni.
Işıklar başka yansımaktadır.
Silüetler belirsiz.

Yıldırım düşmüştür işte.
Ardından gelecek isyanı hissedersin;
Ve beklersin.

Namlunun ucundasındır.
Sayarsın içinden.
Kaderin kendi tekelinde.
Ve hala beklersin.
Bir şarkının sert bir notasını,
Bir tiz elektronun basmasını belki...
Beklersin işte!
Gözlerini yumup...

O gelmez pek sen beklediğinde!

Bir koca nefes alıp;
"Neden?" diye bağırmak kadar nedensizdir; hala yaşamak.
Ama;
Yaparsın.
Hem "neden" der;
Hem de yaşarsın nedensizce.

Sesin cevap bulmaz hiçbir sahilden.
"Tanrı sağırdır belki." diye geçirirsin içinden.
Yada dilsiz...
Hasta bir adam olduğu gelmez aklına...
Bir ruh hastası!
Duyan ama duymamazlıktan gelen,
Senin acı çekmenden zevk alan bir sadisttir belki de...

Denersin sürekli.
Başkaca bir yol yoktur senin için.
Çünkü; sen o deli değilsindir!

Bir tek gün,
Eğer çok çok çok şanslıysan,
Yada çok kararlı;
Bir ses duyarsın,
Toktur.
Yankılanır dört bir yandan...

Bir ılıklık hissedersin sonra.
Dumanlar,
Barut kokusu...
Yüzü koyun devrilirsin toprağa.
Bir huzur dolar içinde;
Gülümsersin.

O an eminsindir artık;

Hüzünler de;
Vurulunca;
Ölürler.

Murat IŞIK






 

6 Ekim 2012 Cumartesi

Sembolik Şairi Anarken 12 (Platonik)

Sektirmelik bir taş buldum dağın başında.
Üşenmeden indim çıktığım yolları.
Bahane arıyor gibiydim denize dönmek için...

Kıyıya vardım.
Pozisyon aldım.
Attım.
Olmadı.
İki kere zıplayıp çakıldı suya.

Uzun bir yol kat edilip,
Reddedilmek gibiydi.
İyi ki platonik aşka inanmıyorum diye geçirdim içimden.
Yoksa hala;
O taşı düşünüyor olurdum.

Murat IŞIK

5 Ekim 2012 Cuma

Mektup

Elinde bir mektup,
Okuyor.
Okuyor ve ağlıyor kadın.
Hüzün damlıyor bakışlarının kenarlarından kağıda.
Saydam gözyaşları;
Bir cam gibi,
Ve kırılgan...

Kelimeler kılcal damarlar misali çatlıyor.
Geçmişte yaşananlar,
Gelecekte olacaklar,
Ayrılığın kendi dizeleri...
Hepsi tuzlu suda boğulacaklar şimdi.
Yarına kuruyacaklar...
Kargacık burgacık,
Ve eksik kalacaklar.

Bir gece boyu ağlamak yetmeyecek.
Belki bir kaç kez devrilecek dolunay.
Ama;
Eninde sonunda bağışıklık kazanacak kadın.
Zaaflarından arınacak bir bir.
Sertleşecek;
Kayış gibi olacak cildi!
Kimse derisinden geçip de kalbine varamayacak.

Sonunda;
Bu yoksunluğun adını, aşk koyacak birileri...

Murat IŞIK

3 Ekim 2012 Çarşamba

Boş Sayfada Top Koşturmak



Kaçtın mı?
Aslında fena da yapmadın kaçarak.
Bazen,
Boş bir sayfa bulup;
Konuşma bölünmeksizin kavga etmek istiyorum kendimle.
Genellikle iyi olmadığımda.

Aklımı yitirmek istediğimi söylemiş miydim sana daha evvel?
İstiyorum!
Belli bir yaşta değil üstelik.
Ne zaman gelirse kabulümdür.
"Belki böylesi daha iyi bile olur" diye düşünüyorum.
Bir kaç ay saksı gibi beslerler beni,
İlaçlarımı verir ve uyuturlar.
Odamın kapısı sürekli dışarıdan kilitli olur.
Yalnız kalırım belki,
Hani hep istediğim gibi...

Gri duvarlardan birinde, Küçük bir pencere hayal ediveririm.

Kırmızı bir çerçeve bile yaparım.
Kan kokulu!
Parmaklarım sargıda kalır bir süre.
Olsun!

Mavi bir ışık süzülür içeri.
Dalgaların, teknelerin güvertelerini dövüşünü dinlerim açtığımda.
Ve;
Tuz kokusu gelir,
Bir de martı çığlıkları.
Arada bir de,
Martının kendisi gelip kenarda durur.
Yeni duyduğu bir şiiri söyleyip gider.
O mu yazıyor diye meraklanırım her seferinde;
Ama sormam.

Mutluluğun resmini çizemez belki Abidin.
Ama ben;
Beceririm!

Murat IŞIK

2 Ekim 2012 Salı

Yosun



Bir ağırlık bağlamışlar ayaklarımdan,
Kanlıca iskelesinden 3 metrelik suya salmışlar.
Şehir hatları vapurlarının pervaneleri değmesin diye kafamı eğiyorum saat başlarında.
Aksi gibi solungaçlarım var.
Ölmeksizin duracağım sanki kıpırtısız burada.
Bir yosun misali;
Sonsuza kadar.

Murat Işık